Dolar (USD)
34.62
Euro (EUR)
36.34
Gram Altın
2925.71
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Kasım 2020

"Gençlik"te Sıkıntı Yok, Sıkıntı "Yaşlılık!"ta

“Gençliği” bütün kötülüklerin kaynağıymış gibi gösterip, “tepeden bakmak” ve adeta “Cennet’teki yerini garantilemişçesine” yargılamak müzmin “yaşlılık” hastalığıdır.

Ben bu hastalıktan uzak kalmaya çalışıyorum.

Bunun için de “genç kardeşlerimize” çok daha yakın olmaya, onları anlamaya, bizim kuşaklara nasıl baktıklarını kavramaya çalışıyorum.

Elbette, “tecrübe eksikliklerinden dolayı”, menfi propagandalardan etkilenme ihtimali daha fazladır genç insanın.

Lâkin, “Akıl yaşta değil baştadır” gerçeğini de bir kenara atamayız.
Her çok yaşayan “akıllı” olmuyor yâni.

Yıllar yılı ihmal ettiği gençliği , -ortaya çıkan ürün hak ettiğinden çok daha iyi olduğu halde- “yerden yere vuran” yaşlının yaptığı “akıllı” işi olabilir mi?..

Bugün karşımızda, “kuşakların birbirinden kopması” gibi “tehdit” var.

Kuşaklar birbirinden koparsa, “istiklâlimiz ve istikbalimiz” tehlikeye düşer!

Sizi yüzyıllar boyunca ayakta tutan “kıymetler” ve bu kıymetleri ifade eden “kavramlar” unutulur.

Bizler, “yaşlılık” ile “gençlik” arasındaki bağları yeniden tesis etmekle mükellefiz.

Bu konudaki sorumluluğun tamamı da biz yaşlılarda.

Kendimizi “yenilemeye” mecburuz.

Bunu yapmadığımız için, gerçekten de çok “sıkıcı” oluyoruz.

Gençlik, birkaç dörtlüğe, birkaç süslü cümleye sıkışıp kalmış “nutuk”larımızdan müspet yönde etkilenmiyor.

Aksine, kulak ucuyla dinleye dinleye ezberledikleri “tekrarlar zinciri mahiyetindeki” söylemlerimiz çoğu vakit “itici” oluyor.

Gençlik bizden, “Güzel Ahlâk” söylemini “dilden” düşürmeyen değil, “Güzel Ahlâk”ın numunelerini “halden” düşürmeyen “büyükler” olmamızı bekliyor.

Bizler…

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” hükmüyle amel etmeye çalışan

“yaşlılar” olduğumuzu söyleyebiliyor muyuz?

Genç kuşaklar bizim kuşaklara baktıkça, genellikle “gelene ağam, gidene paşam” tablosunu görüyor.

Genç kuşaklar, bizim kuşaklara baktıkça, iman etmiş hiçbir kalbe yakışmayacak kadar “ince hesaplar içine girişleri” görüyor.

Genç kuşaklar bizim kuşaklara baktıkça,

birbirlerini acımasızca karalayan,

öfkeden kabarmış suratlarla birbirlerine saldıran insanları görüyor.

Ölümler ve hastalıklar gibi “her kulun” karşı karşıya kaldığı, kalacağı gerçekler üzerinden birbirlerine “saldıran”, sevenlerin acılarına hürmetsiz insanları görüyor.

“Tabiatı hoyratça katleden” insanları görüyor.

“Evlâdım için bin canım olsa bini de feda” diye diye, evlâtlarına miras olarak “can pazarlarını” bırakan insanları görüyor…

Bütün bu yazdıklarımın “acımasızlık” olduğunu, “biz yaşlılara” bizden önceki nesiller tarafından bırakılan mirasın da iyi bir miras olmadığını söyleyebilirsiniz…

Bu karşı çıkışınıza bir miktar “hak” da verebelirim.

Amma velâkin, evlâdına şefkat göstermeyen anne-babanın “Ne yapalım yani, biz de kendi anne ve babamızdanh şefkat görmedik!” demesi fazlaca bir anlam ifade etmez.

Mazeret başarının yerine geçmez!..

Sana kötü bir miras bırakıldıysa, senden sonrakilere iyi bir miras bırakmak için elinden geleni yapacaksın!..

Yapmamışsan…

“Gençliğimizi” suçlama havalarını bir kenara bırakacak, kendini “düzeltmeye” ve hak ettiğinden çok daha iyi durumda olan gençliğimize “ulaşmaya” gayret edeceksin.

GENÇLİĞİN ÇOK GERİSİNDE KALMAK!

Teknoloji geliştikçe, “dünya küçüldükçe”, kuşaklar arasındaki mesafe de açılıyor.

Gençlik, “teknolojinin gerisinde kaldığımız için” eksik buluyor bizleri..

Bu doğru mu?..

Büyük ölçüde doğru.

“Pandemi” sürecinde, “sosyal ağlar üzerinden” yayıncılık öne çıkınca, bizim kuşakların ne kadar “geride” kaldıklarını iyice görmüş olduk.

“Sosyal medya” üzerinden röportaj yapmak istediğim pekçok “bizim kuşak” ve hele hele “önceki kuşak” mensubu, benden “torunlarının evde olduğu saatlerde bağlanmamı” istedi.

Nice “yaşı ilerlemiş” “ünlü vatan evlâdı”nın sosyal medyanın imkânlarından çok az istifade ettiği de gördüğümüz eksikliklerden.

Geçtiğimiz günlerde, gençleri “bilmezlikle” itham eden bir “ünlü” dostuma, “Sosyal medyanın sağladığı topluma ve özellikle de genç kesimlere ulaşma imkânlarını ne kadar kullandığını” sordum.

“Mümkün olduğunca kullanıyorum” dedi.

Hesaplarına baktım, çok az istifade ediyordu bu imkândan.

Derslerine girdiği talebelerinin yarısı takip etmiş olsaydı, takipçi sayısı çok daha fazla olurdu bu dostumun.

Biz “yaşı ilerlemişlerin çoğunun” gençlerin “ortamlarından” uzak durmaya çalıştıklarını da görüyorum, bu da “sağlıklı iletişim” açısından “sıkıntılı” bir durum.

Gençleri anlamak, onlara yardım etmek, daha çok da onlardan yardım istemek gerek.

Sosyal medya alanında teknik yardım almak üzere “biraz da ani bir şekilde” evlerine gittiğim bir grup bekâr talebenin etrafı oldukça dağıtmış olmasına aldırmamam, onları o kadar mutlu etti ki…

“Bizimkiler, ‘aslan bile yattığı yerden belli olur!’ gibi cümlelerle çakıyor bize. Bu kadar çok da kasmanın anlamı yok ki!” dediler.

Evet, çok kasıyoruz ve bundan dolayı da “itici” oluyoruz bazen.

Gençlerle “rahat” ruh haliyle, “yargılamadan” sohbet edebilsek, işimize yarayacak çok şey öğreneceğiz onlardan.

KENDİ KABAHATLERİMİZİ GENÇLİĞİN ÜZERİNE ATMAYALIM!

Bir genç;

“Abi, sizin kuşakların ağızları iyi lâf yapıyor ama iş icraata gelince aynı durumu göremiyoruz. Bize temizlik dersi veren sizin kuşaklar değil mi, güzelim şehirleri yaşanmaz hale getiren?” dedi.

Ben de ona, “Allah ömür verirse göreceksin, sen yaşlandığında da seni suçlayacaklar kendilerine kötü bir miras bıraktığınız için” diye karşılık verdim.

Sohbete katılımlar oldu.

Şu sonuca vardık:

Aynı toplumun insanlarıyız. Sorumluluk müşterek. Kimsenin kimseye tepeden bakma hakkı yok. Birbirimizden öğrenecek çok şeylerimiz var.”

Sohbet ettiğimiz gençler, eğitim modelimizin ya da modelsizliğimizin en kıymetli yıllarının heba olmasına yol açtığı söylüyorlar…

Kendilerine “İlle de üniversite, ille de dört yıllık bir bölüm bitirmek gerekmez. Gençlerimizin büyük bölümü erken yaşlarda bir mesleğe yönlenebilir. Hayata atılabilir” dediğimde, “Sizin kuşak adam yerine koymuyor ki, üniversite bitirmemişi. Açık öğretim fakültesi mezununu bile üniversite bitirmişten saymıyorlar.” karşılığını alıyorum.

Gençlerle sohbet ettikçe, onlardaki “Dede, nine, ağabey, abla” özleminin büyüklüğünü görüyorum.

Kendilerine “örnek” olacak “muallim ve muallimeleri” de arıyorlar.

“Özü sözü doğru gazeteci azlığından” da şikayetçi oluyorlar.

Gençlerin söylediklerinin çoğu gerçek.

Bizim kuşağın gençlere ilişkin değerlendirmelerinin çoğu ise “uzaktan gazel okuma” niteliğinde.

Bir de “kendi kabahatini gençlerin üzerine atma” havasında!

Ben böyle düşünüyorum.

İtirazlara da açığım.

Buyurun efendim.