"Gençlik"te Sıkıntı Yok, Sıkıntı "Yaşlılık!"ta
“Gençliği” bütün kötülüklerin kaynağıymış gibi gösterip, “tepeden bakmak” ve adeta “Cennet’teki yerini garantilemişçesine” yargılamak müzmin “yaşlılık” hastalığıdır.
Ben bu
hastalıktan uzak kalmaya çalışıyorum.
Bunun
için de “genç kardeşlerimize” çok daha yakın olmaya, onları anlamaya, bizim
kuşaklara nasıl baktıklarını kavramaya çalışıyorum.
Elbette, “tecrübe eksikliklerinden dolayı”,
menfi propagandalardan etkilenme ihtimali daha fazladır genç insanın.
Lâkin, “Akıl yaşta değil baştadır” gerçeğini
de bir kenara atamayız.
Her çok yaşayan “akıllı” olmuyor yâni.
Yıllar
yılı ihmal ettiği gençliği , -ortaya çıkan ürün hak ettiğinden çok daha iyi
olduğu halde- “yerden yere vuran” yaşlının yaptığı “akıllı” işi olabilir mi?..
Bugün
karşımızda, “kuşakların birbirinden
kopması” gibi “tehdit” var.
Kuşaklar
birbirinden koparsa, “istiklâlimiz ve
istikbalimiz” tehlikeye düşer!
Sizi
yüzyıllar boyunca ayakta tutan “kıymetler”
ve bu kıymetleri ifade eden “kavramlar”
unutulur.
Bizler, “yaşlılık” ile “gençlik” arasındaki bağları yeniden tesis etmekle mükellefiz.
Bu
konudaki sorumluluğun tamamı da biz yaşlılarda.
Kendimizi
“yenilemeye” mecburuz.
Bunu
yapmadığımız için, gerçekten de çok “sıkıcı”
oluyoruz.
Gençlik,
birkaç dörtlüğe, birkaç süslü cümleye sıkışıp kalmış “nutuk”larımızdan müspet yönde etkilenmiyor.
Aksine,
kulak ucuyla dinleye dinleye ezberledikleri “tekrarlar zinciri mahiyetindeki” söylemlerimiz çoğu vakit “itici” oluyor.
Gençlik
bizden, “Güzel Ahlâk” söylemini “dilden” düşürmeyen değil, “Güzel Ahlâk”ın numunelerini “halden” düşürmeyen “büyükler” olmamızı bekliyor.
Bizler…
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” hükmüyle amel etmeye çalışan
“yaşlılar”
olduğumuzu söyleyebiliyor muyuz?
Genç
kuşaklar bizim kuşaklara baktıkça, genellikle “gelene ağam, gidene paşam” tablosunu görüyor.
Genç
kuşaklar, bizim kuşaklara baktıkça, iman etmiş hiçbir kalbe yakışmayacak kadar
“ince hesaplar içine girişleri” görüyor.
Genç
kuşaklar bizim kuşaklara baktıkça,
birbirlerini
acımasızca karalayan,
öfkeden
kabarmış suratlarla birbirlerine saldıran insanları görüyor.
Ölümler
ve hastalıklar gibi “her kulun”
karşı karşıya kaldığı, kalacağı gerçekler üzerinden birbirlerine “saldıran”, sevenlerin acılarına
hürmetsiz insanları görüyor.
“Tabiatı hoyratça katleden” insanları görüyor.
“Evlâdım için bin canım olsa bini de feda” diye diye, evlâtlarına miras olarak “can pazarlarını” bırakan insanları
görüyor…
Bütün bu
yazdıklarımın “acımasızlık”
olduğunu, “biz yaşlılara” bizden
önceki nesiller tarafından bırakılan mirasın da iyi bir miras olmadığını
söyleyebilirsiniz…
Bu karşı
çıkışınıza bir miktar “hak” da
verebelirim.
Amma
velâkin, evlâdına şefkat göstermeyen anne-babanın “Ne yapalım yani, biz de kendi anne ve babamızdanh şefkat görmedik!”
demesi fazlaca bir anlam ifade etmez.
Mazeret
başarının yerine geçmez!..
Sana kötü
bir miras bırakıldıysa, senden sonrakilere iyi bir miras bırakmak için elinden
geleni yapacaksın!..
Yapmamışsan…
“Gençliğimizi” suçlama havalarını bir kenara bırakacak, kendini
“düzeltmeye” ve hak ettiğinden çok daha iyi durumda olan gençliğimize “ulaşmaya” gayret edeceksin.
GENÇLİĞİN ÇOK GERİSİNDE KALMAK!
Teknoloji
geliştikçe, “dünya küçüldükçe”,
kuşaklar arasındaki mesafe de açılıyor.
Gençlik,
“teknolojinin gerisinde kaldığımız için” eksik buluyor bizleri..
Bu doğru
mu?..
Büyük
ölçüde doğru.
“Pandemi”
sürecinde, “sosyal ağlar üzerinden”
yayıncılık öne çıkınca, bizim kuşakların ne kadar “geride” kaldıklarını iyice görmüş olduk.
“Sosyal
medya” üzerinden röportaj yapmak istediğim pekçok “bizim kuşak” ve hele hele “önceki
kuşak” mensubu, benden “torunlarının
evde olduğu saatlerde bağlanmamı” istedi.
Nice “yaşı ilerlemiş” “ünlü vatan evlâdı”nın sosyal medyanın imkânlarından çok az
istifade ettiği de gördüğümüz eksikliklerden.
Geçtiğimiz
günlerde, gençleri “bilmezlikle”
itham eden bir “ünlü” dostuma, “Sosyal
medyanın sağladığı topluma ve özellikle de genç kesimlere ulaşma imkânlarını ne
kadar kullandığını” sordum.
“Mümkün olduğunca kullanıyorum” dedi.
Hesaplarına
baktım, çok az istifade ediyordu bu imkândan.
Derslerine
girdiği talebelerinin yarısı takip etmiş olsaydı, takipçi sayısı çok daha fazla
olurdu bu dostumun.
Biz “yaşı ilerlemişlerin çoğunun” gençlerin “ortamlarından” uzak durmaya
çalıştıklarını da görüyorum, bu da “sağlıklı
iletişim” açısından “sıkıntılı” bir durum.
Gençleri
anlamak, onlara yardım etmek, daha çok da onlardan yardım istemek gerek.
Sosyal
medya alanında teknik yardım almak üzere “biraz
da ani bir şekilde” evlerine gittiğim bir grup bekâr talebenin etrafı
oldukça dağıtmış olmasına aldırmamam, onları o kadar mutlu etti ki…
“Bizimkiler,
‘aslan bile yattığı yerden belli olur!’ gibi cümlelerle çakıyor bize. Bu kadar
çok da kasmanın anlamı yok ki!” dediler.
Evet, çok
kasıyoruz ve bundan dolayı da “itici” oluyoruz bazen.
Gençlerle “rahat”
ruh haliyle, “yargılamadan” sohbet edebilsek, işimize yarayacak çok şey öğreneceğiz onlardan.
KENDİ KABAHATLERİMİZİ GENÇLİĞİN ÜZERİNE ATMAYALIM!
Bir genç;
“Abi,
sizin kuşakların ağızları iyi lâf yapıyor ama iş icraata gelince aynı durumu
göremiyoruz. Bize temizlik dersi veren sizin kuşaklar değil mi, güzelim
şehirleri yaşanmaz hale getiren?” dedi.
Ben de
ona, “Allah ömür verirse göreceksin, sen
yaşlandığında da seni suçlayacaklar kendilerine kötü bir miras bıraktığınız
için” diye karşılık verdim.
Sohbete
katılımlar oldu.
Şu sonuca
vardık:
“Aynı toplumun insanlarıyız. Sorumluluk
müşterek. Kimsenin kimseye tepeden bakma hakkı yok.
Birbirimizden öğrenecek çok şeylerimiz var.”
Sohbet
ettiğimiz gençler, eğitim modelimizin ya da modelsizliğimizin en kıymetli yıllarının
heba olmasına yol açtığı söylüyorlar…
Kendilerine
“İlle de üniversite, ille de dört yıllık bir bölüm bitirmek gerekmez.
Gençlerimizin büyük bölümü erken yaşlarda bir mesleğe yönlenebilir. Hayata atılabilir” dediğimde,
“Sizin kuşak adam yerine koymuyor ki, üniversite bitirmemişi. Açık öğretim
fakültesi mezununu bile üniversite bitirmişten saymıyorlar.” karşılığını
alıyorum.
Gençlerle
sohbet ettikçe, onlardaki “Dede, nine, ağabey, abla” özleminin
büyüklüğünü görüyorum.
Kendilerine
“örnek” olacak “muallim ve muallimeleri” de arıyorlar.
“Özü sözü
doğru gazeteci azlığından” da
şikayetçi oluyorlar.
Gençlerin
söylediklerinin çoğu gerçek.
Bizim
kuşağın gençlere ilişkin değerlendirmelerinin çoğu ise “uzaktan gazel okuma”
niteliğinde.
Bir de “kendi kabahatini gençlerin üzerine atma” havasında!
Ben böyle
düşünüyorum.
İtirazlara
da açığım.
Buyurun
efendim.