Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Gençliğe borcumuz

Bir neslin gençliğini çalmak, hırsızlıkların en fecisi değil midir? Dünyanın hiçbir sistemi umut sömürüsünden daha büyük bir yıkıma yol açamaz. Hırsızlık ile sömürünün birleştiği, aynı amaca yöneldiği bir sistemden medet umulamayacağı gibi onun nihai aşamada nereye varacağı, neye hizmet edeceği de tahmin edilebilir.Gençlerine söz vermek ve onu yerine getirememek… Yol göstermek ama o yoldan kendisi gitmemek, gidememek… Vaatte bulunmak ama o vaadi unutmak veya altında kalmak… Dünyanın sevimsizleşmesinin, besinlerin tadının kaçmasının, değerlerin iflas etmesinin, yüreğin heves kaybının sayısız sebeplerinden biri de bu değil mi?

Ne vakit derse girsem öğrencilerimin hep o ışığını yitirmiş, feri kısa devre yapmış, mecalsiz bakışlarına muhatap oluyorum. Kendimi anakarasından koparılmış, belirsiz bir adaya hapsedilmiş mutsuz bir sürgün gibi görüyorum. Bir sürgün; geriye bakan ve sevinci sadece geride bıraktıklarının avuntusundan ibaret olan… Ah bir zamanlar neydi o derse girmeler? Nasıl da hazırlanırdım anlatacağım konuya. Heyecanlı bir yolculuğa çıkmak, yeni bir gezegeni keşfetmek gibiydi her ders, öğrencilerinden çok, hocasının keyif aldığı... Ve nasıl da bazen yukarıdan aşağıya gümbürtüyle inen vadi suları, bazen yerden yukarıya yumuşakça yükselen bahar buharları gibi sesimi kah yükselterek, kah düşürerek, bazen susarak ama her birinin kendi nasibince içtiği bir su, kendi kararınca eğildiği bir ışık olarak ne keyifli dersler yapardım. Ürettiğiniz harika nesnelere tutkulu müşteriler bulmak gibi bir şeydi bir zamanlar bir derse girmek ve şimdi değil.

Ne oldu bunlara diyorum, nerede, ne vakit kaybettiler gözlerinin ışığını? Sınıftan daha içeri girer girmez, bir şölene hazırlanır gibi kuracağım cümleler eşliğinde uçmaya hazırlanan o iç dünyalar şimdi nerede? Kim aldı götürdü, sakladı ve getirmedi bu bakışları, bu bakışları çalan kim? Hem de en büyüklerinden, en arsızlarından ve telafisi en mümkün görünmeyenlerinden biridir bir gençliğin ruhunu, enerjisini, mukadderatını çalmak ve öyle görünüyor ki biz bunu yaptık. Anne babalar olarak bunu yaptık; eğitici öğreticiler, akademisyenler, siyasetçiler ve bürokratlar olarak biz bunu yaptık. Onlara, onların ihtiyaç duyduğu imkanları vaat edip yapmayarak bunu yaptık. Doğruyu gösterip yanlışı yaparak bunu yaptık. Onlara onların yetenekleriyle buluştuğunda onları olduğundan daha muhteşem varlıklara dönüştürerek istikbali emirlerine ram edecek mekanizmaları kuramadık. Onları kendi başlarının çaresine baksınlar diye doğanın yumuşak, insaflı kucağına bile bırakamadık. Daha onlar doğmadan, belki de bizim bıraktığımız boşluğu dolduracak, bizim açtığımız yarayı kapayacak doğanın ne kadar onarıcı tarafı varsa insafsızca budayıp, tutunacakları tek bir kıymık kalmayana kadar tüketilmiş, bomboş bir gelecek bıraktık ve şimdi, hadi bakalım sıra sizde diyoruz. Bir şeyler vaat etmek, bırakmak şöyle dursun, doğanın miras bıraktıklarını bile onlardan çaldık.

Kuşkusuz, bu diğer hırsızlıklar gibi göz önünde, görünür değildir. Kuşkusuz bunu enselemenin, yerine iade etmenin imkanı da yoktur. Diğer bütün toplumsal meseleler gibi bir gençliğin heba edilmesi de gözümüzün önünden bir resim gibi akıyor. Gençler, çocukluklarından getirdikleri güçlü iradelerini, tutkulu bakışlarını, bitmek bilmeyen heveslerini kimi zaman cam ekranların dokunulmaktan artık yorulmuş, kirden görünmeyen yalancı suratına, kimi zaman beceriksiz, ne yaptığını bilmeyen, çağın ruhunu anlamayan öğretmenlerin ikircikli, paslı cümlelerine, kimi zaman siyasetçilerin her gün değişen, bir sonrakinin bir öncekini inkar ettiği riyakar söylemlerine kurban verdiler ve artık neredeyse aramızda sadece bedenleri geziniyor. Ruhlarını çoktan umutsuzluğun merhametsiz kollarına teslim ettik. Ruhlarını çoktan olmaması gereken bir yere, tutarsızlıklarımızın, bencilliklerimizin, gelip geçici heveslerimizin ama en çok da dijitalizmin kaskatı kollarına bıraktık. Ve bu vakitten sonra onlarla ne vakit konuşsak, onlara ne vakit dertlerini sorsak birbiriyle haberleşmiş gibi şu cümleyi kuruyorlar: Bize bir gençlik borcunuz var. Bir neslin bir başka neslin yüzüne yönelmiş bu cümleden daha ağır bir yargı var mıdır? Bir neslin, diğer bir neslin hak gaspını anlatan bundan daha doğru, daha kestirme, daha net bir cümle var mıdır?

Bugün gençlerimize bıraktığımız miras sadece milyar dolarları bulan bütçe açıkları ve dış borçlar değildir fakat aynı zamanda onların o nahif omuzlarının üzerinde umutsuzluk sisinin içine sıkışıp kalan sayısız iç dünya belirsizlikleridir. Ne yapacaklarını, nereye gideceklerini bilmiyorlar. Ölümcül düzeyde çaresiz,nereye gittiğini bilmedikleri bir trende yaptıkları sıkıcı bir yolculuğun bir an önce bitmesini beklercesine, sadece içinde bulundukları zaman diliminin geçmesini bekliyorlar. Yıldızlar onlara yol göstermiyor, pusulalar bozuk. Niteliğin hiyerarşide bir yükselme vesilesi değil yükselmenin önündeki engel olduğu; emeğin karşılığının bir gün mutlaka alınacağı değil beyhude dikkatlerin savrukluğuna feda edileceği; zekanın hayatı anlamanın değil şeytani pazarlıkların aracına dönüştürüleceği; iyi niyetin merhameti doğuracağı değil saflıkla insanı zor durumlara sokacağı sayısız iç dünya çelişkisi orada, gözlerinin önünde dururken gençlerden idealizm beklemek ekilmemiş tarladan hasat ummaktan başka nedir?

Ödünç aldığı parayı hoyratça harcayıp ödeme günü gelince elinde hiçbir şey kalmamış savurganlara benziyoruz. Ve gençlikleri çalınanlar soruyor: Borcunuzu ödeyin, hemen, şimdi!