Gençlerimiz yaşlanmasın, yaşlılarımız gençleşsin!..
Gençlerimizi
bir an evvel yaşlandırmaya çalışmaktansa, bizim gençleşmeye gayret etmemizde
fayda var.
Yoksa…
Allah
ömür verir de yaşarsak, çok değil beş yıl sonra…
İyice
gerilerde kalmış vatan evlâtları olacağız!
*
Dediklerimi
kulak arkası etmeyin lütfen;
“Gençleşmiş
Tecrübe” konuşuyor burada!
*
Bir genç, kısa sürede benim yaşıma gelemez ama
ben bunu yapabilirim.
Ben,
gencin şu andaki yaşında oldum ama genç, hiç benim yaşımda olmadı.
Tecrübemi,
gence tepeden bakmakta, genci beğenmemekte değil…
“Anlamaya çalışmakta” kullanmalıyım.
Onun
için de “genç” olmalıyım.
Bir
vakittir, genç insanlarımızla daha çok vakit geçirebilmek, onları yakından
tanıyabilmek için vesileler oluşturmaya çalışıyorum.
Bu
yaşta “üniversite öğrencisi” olmak
bile var, bu vesileler arasında.
Dedim
ya, onlar hemen benim yaşıma gelemezler ama ben, hemen onların yaşında
olabilirim!
*
Bizler “kuşak çatışması” kavramını kullanmaya
bayılıyoruz.
Benim
küçüklüğümde, gençliğimde de şöyle denirdi:
“Efendim, kuşak çatışması var.
Gençler bizi anlamıyor!”
Gençler
bizi anlamıyor.
Oysa,
biz gençleri çok anlıyoruz!
Hayır…
Bir sıkıntı
varsa, kabahatin büyüğü bizlerdedir!..
Zira,
onlar hiç yaşlı olmadı ama biz genç olduk!
Gençken
ne yaptıysak, bugün onu görüyoruz!
Şimdiki
gençler de öyle düşünsünler lütfen, bugün ne ekiyorlarsa, yarın onu biçecekler!
*
Böyle
bakarsak…
“Heeey gidi heeey!” ile başlayan ve “kahramanlık
öykülerimize” bağlanan cümleler kurmayız.
Her
dönemi kendi şartları içinde değerlendirir…
“Eski” ile “yeni” arasındaki bağlara zarar verecek hâl ve hareketlerden uzak
dururuz!
*
Bizde “farklı
fikirlerdeki ve kuşaklardaki” insanlarla ilişkiler genellikle “çatma, çatışma” şeklinde oluyor.
Böyle
yapmak, süreçleri bu şekilde götürmek, “dar
çevrede” dönemlik itibarlar kazandırıyor gibi görünür ama zaman içinde “yalnızlaşmak” gibi bir tehlikeyi de
beraberinde getirir.
İsmini
vermek istemediğim çok çok kıymetli bir “Ağabey”im,
“Bilirsin” demişti;
“Ben,
zaman zaman hislerime kapılarak benim gibi düşünmeyenlerle sert tartışmalara girdim.
Yaptıklarımın çok iyi şeyler olduğunu zannediyordum o günlerde, ya da böyle
yapmak hoşuma gidiyordu.
‘Bizimkiler’de
‘Helâl, yaşa, var ol!’ diye bol bol
gaz verince dozu iyice arttırıyordum
Lâkin…
‘Davetler’ sayesinde farklı kesimlerden insanlarla bir araya gelip,
sohbetler etme imkânını bulunca, aramızda birçok ortak noktanın olduğunu
gördüm. Yargılayıp hüküm vermeden önce, ‘tanımaya, anlamaya çalışmak’
gerektiğini idrak ettim. Oturduğun yerden yüklendiğin insanla yüz yüze
bıkıyorsun. Aranda insani münasebetler gelişiyor. O seni tanımaya başlıyor, sen
de onu.
Bir
noktadan sonra, aranızda fikir farklılıkları kadar, ortak düşünce alanlarının
olduğunu da görüyorsunuz.
Yaşım
hayli ilerledi ama şimdi kendimi çok daha genç hissediyorum.
Sözlerim
ve ‘inancıma davetlerim’ de, çok
daha fazla etkili oluyor.”
*
Evet, “olgunlaşmak” böyle bir şey.
Bir “yaşlı”nın gençleşmesi, olgunlaştığını
mı gösteriyor acaba?..
Öyle
olmalı.
Gençleri
anlamaya, onların dertlerini dinlemeye, onlarla “arkadaş” olmaya gayret eden her yaşlıda “olgunlaşma” belirtileri görüyorum.
*
Böyle yapanlar
hem, genç yaşta olmanın hem de tecrübe sahibi olmanın faydalarından istifade
edebiliyorlar.
“Genç bilse, yaşlı yapabilse” sözüne çok itibar edilir.
Bu
sözde hakikat payının olduğu da malûmdur.
Lâkin…
Ben. “genç
ile yaşlı birlikte yapabilse” demeyi tercih ediyorum.
Birlikten
kuvvet doğmaz mı?
Elbette!..
İnternet
çağında iyice “kopuyoruz” maalesef.
Bir de “plandemi” mevzuu çıktı, neredeyse tamamen
uzaklaştık birbirimizden.
Mesafeler
maalesef gittikçe açılıyor!..
Bunların
üzerine, bizim ülkenin sürekli gerilim üreten gündem maddelerini ekleyin…
Her
gerilim vasıtası, kesimlerin ve yaş gruplarının birbirlerinden daha da
uzaklaşmasına, keskinliklerin daha da artmasına yol açıyor.
Tartışmalar,
kavgalar, çekişmeler, hakaretler, iddialar, iftiralar, etiketlemeler nefislere
hoş gelebilir, birilerinin “kariyer”
ve “maddiyât” plânlamalarına hizmet ediyormuş gibi görünebilir ama…
Bu
memleketi ayakta tutan “dayanışma ruhu”na
zarar verir.
Her
söylediğinizin bir yerlere çekildiği ve en temel ahlâki hassasiyetlerin bile geri
plâna itildiği ortamı, uzak bir mesafeden ve
“geniş açıdan” izleyen
gençlerin kahir ekseriyeti de…
Birbirlerini
yiyip duran yaşlılardan iyice uzaklaşır!..
*
Bunları
benim söylediğim kadar açık söylemek küçük hesaplar içinde olanların işlerine
gelmez.
Ne var
ki, dost olan da gerektiğinde “acı
söylemekten” çekinmez!
Yazıyı toparlayalım yavaş yavaş:
Ben, “Şu gençliğin haline bak arkadaş!” yollu
söylemlere hiç de sıcak bakmıyorum.
Şunun
şurasında, birkaç on yıl evvel biz de “genç” yaşlardaydık.
Ne
olmuş, yaşımız biraz ilerlemişse?
Öleceğimiz
andan daha önce ya da sonra mı öleceğiz?
Nefeslerimiz
artacak ya da azalacak mı?
Genç olabilmek için çok mu geç kaldık?
Hissettiğimiz yaşta olamaz mıyız?