Gençlerimiz geçmişi bilmiyor "Mu?" acaba?
Birçok
yaşlımız, en bilmiş hallerini takınarak gençliğin “dün ile bugünü kıyaslamaktan aciz olduğunu” söylüyor.
Zamanında
bize de böyle yaptılar.
Biz
gençleri, “akıllı olmaya” dâvet eden büyüklerimiz ve daha çok da onların
büyükleri, memleketi hep birlikte 12 Eylül darbesine sürüklediler!..
Zeytinyağı,
tereyağı zengini ülkemizi, “margarinlerle”
zehirleten ve zehirleyen de o büyüklerimiz ve onların büyükleriydi..
Eğitimi “fullbright zihniyeti”ne mecbur ve de
mahkûm eden bugünkü gençlik mi yani?..
*
Yazıya
böyle girdim ya…
“Büyük”lerden bazılarının,
“Bize haksızlık ediyorsunuz, bütün
büyükler öyle değildi ki!” dediklerini
duyar gibi oluyorum.
Elbette…
O zaman,
bugünün bütün gençlerinin “öyle” olmadığını da kabul ediniz ve
lütfen koca bir gençliği batının “zik zak” çizen ruh hâlinden mülhem “Z” harfine yerleştirmeyiniz!..
Biz genç
iken, bizden öncekilerin yaptıklarının sorumlusu değildik.
Bugünkü
gençlik de bizim yaptıklarımızın sorumlusu değil!..
“Yaşlı kahvesi” kıvamındaki ortamlardan biraz
çıkıp da, gençlerin dünyasına girdiğinizde aramızda öyle “dağlar kadar” fark olmadığını görüyorsunuz.
Şöyle
bir geriye gideyim:
Bizim
çocukluk ve ilk gençlik çağlarımızda, şehirler arasında “klimalı” 302 otobüsler revaçtaydı.
Hiç
unutmam;
Otobüslerden
birinin kliması çalışmıyor diye şikâyetçi olduğumuzda, elindeki sigarasıyla
ortamı zehirleyen koca koca adamlar, “Bir
vakitler İstanbul Ankara yolu 30 saat sürerdi. Şimdiki gençler o günleri
nereden bilecek, ondan şikayet bundan şikâyet!” yollu lâflar etmişlerdi.
O
günlerde Süleyman Demirel’in
politikalarını eleştirdiğimizde, “abi”lerden
bazıları, bizi “geçmişi bilmezlikle
suçlar” ve dediğimize, diyeceğimize pişman ederlerdi.
Bülent Ecevit de işin bir başka tarafındaydı
ve renksiz televizyonun renksiz dünyasından “liderler” arasındaki atışmalar izlenirdi.
Zamanın
gazeteleri, bu atışmaları alevlendirerek verir…
Yukarısının
kavgalarını aşağıdakiler de, “taraftarlar” olarak kendi aralarında devam
ettirirdi..
“Yok aslında birbirlerinden
farkları”
diyerek “Büyük Oyun”u gözler önüne
seren “gerçek aydınların” tespitleri
de bu gürültüde duyulmaz olurdu.
Ben,
taaa günlerde, “Bunlar birbirlerini
yerken malı Amerikalılar, Ruslar götürüyor!” derdim ve şükürler olsun,
annesiz babasız büyüdüğün İstanbul’da “güdümlü” kavgaların hiçbirine
yaklaşmadım.
Birbirlerini
boğazlayan tarafların peşindeki arkadaşlarım o günlerde beni, “duyarsız
olmakla” itham ederlerdi.
Onlardan
bazılarına yıllar sonra rastladım…
“Her şeyi, her güzelliği, her
kıymeti, her kavramı alabildiğine kullandılar ve bizi mahvettiler!” diyenleri gördüm.
O gün
bizi Allah korudu, yatmadan okumayı gelenek haline getirdiğimiz “Üç ihlas, bir Fatiha”nın bereketi olsa
gerek.
Şükür.
*
O günkü
ve bugünkü gençliğin bilinç düzeylerini kıyasladığımda öyle çok ciddi farklar
görmediğimi ifade etmek isterim yazının bu son fasıllarında.
“Sosyal medya” gençliğimizin gözünü kör etmiş
değil.
Elbette,
sele kapılıp gidenler oluyor.
Bizim
dönemimizde de olmuştu, hem de dünya kadar.
Bugün,
öne çıkartılan bazı olumsuz görüntülerden hareketle koca bir gençliği “damgalamak” çok çok yanlış bir tavır
olur.
Otuzuna
kadar, saçma sapan “eğitim yapıları”
ve “modellerine”
mahkûm ettiğimiz, kabiliyetlerini törpülemek için elimizden geleni yaptığımız
gençliğimiz, bugün karşımızda hak ettiğimizden çok daha fazlası olarak duruyor.
Şükürler
olsun, gençlerimizin çoğu, bizim kendilerine gösterdiğimiz sevgi ve saygının
çok daha büyüklerini sunuyor bizlere.
Onları
anlamaya çalışmak bizim vazifemiz.
“Belirsizliğin” insanı nasıl yıprattığını hiç
şüphesiz hepimiz çok iyi biliriz.
Bugünün
gençliği de müthiş bir “belirsizlik
girdabı”nın içinde yaşıyor.
Çoğu,
üniversiteyi bitirdiğinde alacağı diplomanın ne işe yarayacağını bilemiyor.
Bu hayat
pahallılığında, nasıl yuva kurabileceğini,
o yuvayı idame ettirmek için gerekli olan geliri nasıl elde edeceğini bilemiyor.
Üniversiteyi
bitirmiş olan gençlerin çoğu, birçok alandaki “mezun bolluğu”ndan dolayı iş bulmakta güçlük çekiyor.
Gençlerin
kahir ekseriyetinin “devlete kapak atmaya çalışması”nı neyle izah edersiniz?..
İşte bu
pandemi, daha doğrusu plândemi döneminde devlet memurlarımız maaşlarını alıyor,
özel sektörün özellikle “küçükleri”
yaşam mücadelesi veriyor.
Milletvekillerimizin
de sıkıntısı yok “şükür”, maaşları
gayet düzenli ve güzel bir şekilde artıyor.
Bazı
vatandaşlarımız, “plandemi” sıkıntısının uzağında kalırken…
Çoğu insanımız,
“Yarın işsiz kalır mıyım?” endişesi,
belirsizliği yaşıyor.
Siyasette
de büyük bir belirsizlik var.
Bir
tarafta, “Onlar gelirse hepimizi yakarlar”
diyenler ve diğer tarafta da, “Esas biz
gelmezsek onlar hepimizi yakar!” diyenler!..
Zannedilmeye
ki gençler, bütün tartışmalardan, karşılıklı tehditlerden ve ortamdaki
belirsizlikten habersiz bir şekilde yaşıyorlar!..
Büyüklerin
gerginliği çocuklara ve gençlere yansımaz mı?..
Büyüklerin
“beka” endişesi, çocukları ve
gençleri endişelendirmez mi?..
*
Mesele
gençliğin bilmezliğinde, anlamazlığında filan değil.
Gençlik dünü de bugünü de bilmesi gerektiği
kadar biliyor.
Onlara
çok lâf etmeye hiç gerek yok.
“Güzel Ahlâk” numuneleri olabilirsek bizi
severler, bize yakın dururlar.
Bunu “lâfta” bırakırsak, ne bekleyebiliriz ki, çocuklarımızdan ve gençlerimizden!..