Gençlerden oy alabilmek için…
Seçmenlerin yaşları ile oy tercihleri arasında nasıl bir ilişki vardır?
Okumalarım, gözlemlerim, lider ve
parti tercihlerinde “yaş faktörünün”
çok önemli olduğunu ortaya koyuyor.
Değişimlerin, devrimlerin iki “kitleye” yaslandığını görüyorum:
1-Gençler,
2-Kadınlar.
*
Bu iki belirleyici kitlenin desteğini
arkasına almayı başaran siyasi yapılar, büyük işlere imza atabiliyorlar.
Buraları ihmal edenler ise büyük
sıkıntılara giriyorlar.
Siyasi hareketleri yükseltenler
yaşlanıyor, yerine yenileri gelmiyor…
Vesaire…
*
Bugün “gençlik ve seçimler”
üzerinde duralım.
Malûm, hele hele seçme yaşının 18’ine
indirilmesinden sonra, gençliğin
seçimler üzerindeki etkisi iyice arttı.
Bir insan kaç yaşına kadar genç
sayılır?
“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün” diyor Cahit Sıtkı Tarancı.
Bu hesaba göre, 35 yaşındaki birini
pekâla gençten sayabiliriz.
Hatta, şimdilerde yaşları 40, 45
olanlara da genç deniyor.
Bugünkü siyaset dünyasının
hesaplarına göre de, bunlar gençlik yaşları.
Helâlleşmeye çağıran CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bu iş için “milat”
olarak 28 Şubat’ı gösterdi malûm.
28 Şubat 1997.
Hesaplayın, üzerinden neredeyse
çeyrek asır geçmiş.
Çok uzun bir süre…
Sokaktaki 40’ını bulmuş gençlere, “28 Şubat”ın kendileri için ne ifade
ettiğini sormayı bir deneyin.
Ben bunu yaptım,
“Şubat ayının son günü, ama bazı şubatlar 29 çeker!” yollu cevaplar aldım.
“Peki ya 14 Şubat?”
“Sevgililer günü!”
*
Demem o ki, bizim gençliğimizi yiyip
bitiren 28 Şubat süreci, 28 Şubat zulümleri, geçmişte yaşananlar..
Hele hele 12 Eylül 1980 öncesinde yaşananlar “genç kesimi” çok da fazla
ilgilendirmiyor.
*
Bu yazıyı kaleme aldığım gün,
memlekette Milli Eğitim Şurası var.
Gönül, “Aaaah, ah… Geçmişte olup bitenler gençliğimize okul sıralarında
anlatılabilseydi!” diyor…
Diyor da…
Anlatılmadı işte!..
Sadece okullarda değil, ailelerde de
sıkıntı var.
Biz yaşlılar da, gençlerimize dünü
anlatamadık.
Kendi dünyamıza daldık, gençlikle
sağlıklı iletişimi ıskaladık.
İletişim kurmaya çalıştığımız anlarda
da, yargılamaktan, kırmaktan, tepeden bakar pozlara girmekten başka bir şey
yapmadık.
*
Her yapılan ve yapılmayanın siyasete,
seçim sonuçlarına etkisi olacaktır elbette.
Genel merkezler mutlaka gençlerin
beklentilerini göz önünde bulundurmaya ve söylemleriyle eylemlerini ona göre
şekillendirmeye çalışıyorlardır.
Bu yaşında öğrencilik hayatına
atılarak gençlere daha yakın olmaya ve onları daha iyi anlamaya gayret eden bir
vatan evlâdı, uzun yıllardır siyaseti tâkip eden bir gazeteci olarak birkaç
noktanın altını çizeyim:
Öncelikle, gençliğe “geçmişe yaslanan” söylemlerle hitap
etmenin çok da sonuç getirici olmayacağını düşünüyorum.
Geçmişe vurgular, hepten faydasız
değilse de, buralardan çok da büyük “faydalar”
beklemek hata olur.
Rahatlıkla 45 yaş üst sınırına kadar
taşıyabileceğimiz gençlik, 12 Eylül öncesinde ve 28 Şubat sonrasında neler
olmuş, neler bitmiş meselelerine pek takılmıyor.
Hazret-i Mevlâna gibi, “Dün dünde kaldı cancağızım, şimdi yeni
şeyler söylemek lâzım.” diyor.
*
Ne yazık ki, insanoğlu dün ile bugünü
kıyaslama işlerine pek girmiyor.
“Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın!” dendiğinde, hep birlikte “Amin” diye karşılık veririz.
Yani…
Şartlar gereği çok daha küçük bir eve
taşınmak mecburiyetinde kaldığımızda, “acı”
çekeriz.
“Gideceğimiz iki metrelik mezar!” demeyiz, hep daha iyisini isteriz.
Birine iyilik yapmanın karşılığı
olarak vefasızlıkla karşılaştığımızda “Gözüne
dizine dursun!” deriz.
Bu da “Yapılan iyiliği başa kakmak!” olarak görülür.
Yönettiği şehri hizmete boğan
belediye başkanlarının günün birinde devre dışına itilmeleri, alışılmadık
durumlardan değildir.
Yaptıklarının karşılığını alamaması, devre dışına itilene “Bu ne nankörlüktür, gözünüze dizinize dursun!” deme imkânını sağlar
ama bu sözlerin neticeye tesiri olmaz.
Onun için, varsa yoksa bugün.
Takımlarını şampiyon yapan teknik direktörlerin, bir
sonraki sezonda gönderilmelerine alışkınızdır.
Futbolda da siyasette de, dün “yok” değildir ama, “o kadar da çok” değildir!
“Dün dündür, bugün de bugün!” diyen usta politikacı, bu sözlerinden dolayı epeyce alaya
alınmışsa da, karşımızdaki gerçek maalesef böyledir!
Gençlik için ise büsbütün böyledir.
Yaşlılar için dünün hatırı çok
olabilir ama gençlik için, esas olan bugün ve yarındır.
*
Gençlerin büyük bölümü, düne bakmak
istemiyor.
Bir de, “negatif enerji” den uzak durmaya çalışıyor.
Gördüğüm odur ki, önümüzdeki süreçte
dilini keskinleştirmeyen siyasetçiler avantaj sağlayacak.
Gençlik, kendisini geren,
psikolojisini bozan hal ve hareketlere soğuk bakıyor.
Bunu kendi çevremden de görüyorum.
Etrafımızdaki gençler, suratımın asık
olduğunu gördüklerinde, “Sataşacak yer
arıyor!” bakışını göndererek uzaklaşıyor benden.
Hep rahat olacaksın, hep pozitif.
*
Gençlik, 12 Eylül öncesi ve 28 Şubat
sonrasına değil de, 2022 ve sonrasına bakıyor efendim.
Bir de, gerilim, çatışma değil…
“Huzur”
istiyor.
Bizler birbirimizi yemeye alışmışız.
Onlar, birbirlerini yemek istemiyor!
Bugüne ve yarına dair “pozitif” mesajlar istiyor.
Yok başörtülü bakan, yok başörtüsüz bakan, yok helâlleşme, yok
helâlleşmeme…
Yok gelince sizi böyle yapacağız, yok gelemezseniz biz sizi böyle
yapacağız…
Yok geçmişte şöyle demiştiniz, yok geçmişte böyle dememiştiniz…
Bunlara itibar etmiyor…
Kim, hangi meselemi, nasıl çözüme
kavuşturacak?
Daha iyi hayat standartlarını kim,
nasıl sağlayacak?
Bunları tane tane, rahat yüz
ifadeleriyle anlatan siyasetçi avantaj elde eder.
Gergin yüz hatları ise,
siyasilerin “kemikleşmiş tabanlarından” ötesine hitap etmez!