Gençler, Onlarsız Ne Yapacağız?
Sıkıntıdan kederden, kaderden, dertten, acıdan haberimiz yok gibi derbeder olup gidiyoruz. Sayılar, istatistikler, grafikler görsel dünyamızı süslemektedir. Dünyayı kasıp kavuran bir salgın ve beraberinde getirdiği ölümler, yıkıntılar sanki bir sinema filmiymiş gibi algılarımızda yer almış durumda.
Çin’in Vuhan kentinde başlayan ve dünyayı kasıp kavuran bir salgın süreci ve bu süreç sonucunda tehlikeli bir virüs ile karşı karşıyayız. Fakat insanların ekseriyeti Koronavirüs’ü, mekandan mekana dolaşmıyor da sanki bir şehir efsanesi gibi dilden dile dolaştığını düşünüyor. İlginç olanıysa bu salgının yanı başımızda bir çok insanı ölüme götürmesine rağmen bizim bu konuda vurdumduymazlığımız ve salgına açık davetiye çıkarmımızdır.
Bunun en büyük sebeplerinden biri olguları, olayları algılarımızda somutlayamadığımızdandır. “Bu bir tiyatrodur, bu bir filmdir” garabetine kapılan insanımızın sayısı az değildir. “Hani nerde Korona, gelsin beni bulsun diyenler adeta Korona’yı yeni bir film kahramanı olarak görebilmişlerdir.
Vurdumduymazlık konusundan hızını alamayan muzmin muhaliflerin de sayısı az değil. “Efendim bu hükümetin yeni bir politikasıdır diye kahvehane köşelerinde dirsek çürütenler vardı da, neyseki sosyal mekanları kapandı. Şimdi “evdekal” tagıyla evlerine sığındılar. Evdeki bu sığıntı halleri, onları eski kahve köşelerindeki beylik iddialarından uzaklaştırmadı. Bu sefer de sosyal mekandan sıyrılıp medya aracılığıyla bu muarrızlıklarını devam ediyorlar.
Bu durum adeta berbere saçını traş etmek için gidip de berberin polipolitik (çoklu politika) teorisiyle karşılaşan zavallı müşterilerin haline benziyor. Bir siyasal bilgiler fakültesi mezunu mu deseniz yoksa tıp fakültesi mezunu mu deseniz malumatfuruş berberin konuşması karşısında hakikatine kani olduğumuz birçok bilgi ve olay için yeniden “acaba” diyesimiz geliyor.
Akşam televizyonları açtığımızda açık oturumlarda tartışılan konuları izlerken “A! Bunları bizim berber de söylemişti.” Diye tebessüm ettiğimiz oluyordur. İşin püf noktası şudur. Bir yerde tellal var ama tellalın kendisi de anlatılan bu olaya inanıyor. Daha doğrusu olay, gerçeklikten tahkiyeye yani kurguya (fiction) ne kadar yaklaştırılabilirse o kadar esrarengiz bir yapıya ulaşıyordu.
İşinden, gücünden ayrı kalanları belki anlarız. Ama huyundan suyundan vazgeçemeyenleri anlamakta zorlanıyoruz. Neyin peşindedirler, neyin hesabını yapıyorlar, bilmiyorum. Sağlık Bakanlığı’nın artık hastanelerde Korona virüs testi yapmayacağız, zeka testi yapacağız açıklaması...
Durumumuz, berbere giden müşterinin durumundan uzak değildir. Âzade ruhumuzun, sorumsuz davranışlarımızın ceremesini evdeki yakınlarımız çekti. Temizlik nedir bilemedik, alkole, kolonyaya sığındık. İspanyol ressam Juan Lucena’nın çizdiği bir resim vardı. Koronavirüs’ü hayatını kaybeden yaşlıları anlatıyordu. Resim bir cam bölme ile ikiye ayrılmıştı. Cam bölmenin bu tarafında torunlar diğer tarafında ise nineler ve dedeler bu dünyadan öbür dünyaya gidiş yolundaydı. Biz onlarsız ne yapacağız notuyla resim paylaşılmıştı. Ninelerinin ve dedelerinin yardımıyla hayatın püf noktalarını öğrenen torunlar, ceremesini onlar çekecekler.
Koronavirüsü, Sadece dedelerimizi ve ninelerimizi bizden götürmedi. Nice ceylan gözlüyü, şehla bakışlıyı, kibar delikanlıyı da bizden ayırdı. Ama en çok tecrübelerine ihtiyaç duyacağımız yerde, evlerimizin en baş köşesinde başımızın üstünde tutacağımız yaşlılarımızı bizden alıp götürdü. Onların ayrılıklarıyla dirlik ocağımız kül oldu.
Çarşıda, pazarda, kafede sosyal mesafeye uymamışlığın olumsuz getirisini evdeki yaşlılarımıza yansıttık. Gençler, onlarsız ne yapacağız. Yaşlılarımız gitti. Toplum olarak dramatik günler bizleri bekliyor, travmatik günler de siz gençleri bekliyor bekliyor. Bunun etkilerini atabilmek için tarihe yönelmeli, tarih içinde vücuda gelmiş edebi eserleri incelemeli ve sağlıklı okumalar yapmalıyız. Kıyamet senaryolarıyla süslenmiş Sulukule muharrirlerini ve muhabirlerini dinlemeyi bırakın. Maskeyle kalın, mesafeli kalın, evde kalın...
Twitter: @eyyupazlal