Gemi yolcuları
Eylül ılık
esintilerle, hazanı kuşanmış geldi günlerimize…
Güneşin bakir ve sımsıcak ışıklarına
pencerelerimizi sonuna açarak, gökyüzüne ve yeryüzüne bakarak, nice hayırlı
kararların insanlığın üzerine akmasını umut ederek;
“Sakın
kader deme kaderin üstünde bir kader vardır / Ne yapsalar boş göklerden gelen
bir karar vardır” diyen Üstat Sezai
Karakoç’un berceste mısraları dua sıcaklığında gelir aklımıza.
Yolcusu olduğumuz fâni
dünyada ahir zaman vebası gibi insanlığı kuşatmış bir pandemi ile savaş
verirken anlıyoruz bu yolculuğun ne kadar gerçek ve ahiret yurdunun ne kadar
yakın olduğunu.
Vazgeçtiklerimizin
sahibi, sahip olduklarımızın şahidi olduğumuzu anlıyoruz.
İbn Hazm; “Gerçekleştirilen her ümidin ardından
üzüntü gelir. Bunun da sebebi, ya elde ettiğin şeyin seni terk etmesi ya da
senin onu terk etmendir”
buyuruyor.
Kendi içimize doğru
yolculuğa çıktığımız karantina günlerinde tefekkür, tezekkür ve derinlemesine
bir teslimiyet ile eşyaya ve dünyaya bakışımızı sorgulamamız gerekiyor.
Yine Yunus Emre’ye ait
olduğu söylenen mısralar; “Sular hep aktı
geçti / Kurudu vakti geçti / Nice han nice sultan / Tahtı bıraktı geçti / Dünya
bir penceredir Her gelen baktı geçti” diyor ya, bizlerde ev penceremizden
dünyaya bakarken bu faniliği ve yolculuğumuzun hakikat durağındaki
geçiciliğinin gerçekliğini duyumsuyoruz.
Bu yazıyı yazmama
sebep olan Ebu Yusuf İshak El – Kindi’nin
gemi yolcularından bahsetmeden önce, Def’ul Ahzân’da (Üzüntüden Kurtulma
Yolları) kitabından bir cümleyi aktarmak istiyorum. Kindi ’ye göre; “kaybedilmeye
elverişli bütün dileklerde musibet, geçici olan her şeyde acı ve keder,
imkânsız olanı ummakta üzüntü ve sıkıntı, her güvenliğin sonunda korku vardır.”
İshak El Kindi’nin, Def’ul – Ahsan, (Üzüntüden Kurtulma Yolları) risalesinde anlattığı gemi yolcuları kıssasından bahsetmek
istiyorum. Fâni dünyadaki konumumuzu ve yaptığımız dünya yolculuğunu
sorgularken; bu yolculuğa anlamlı bir şerh düşecek olan gemi yolcuları
hikâyesinden bahsetmenin anlamlı olacağını düşünüyorum.
Kindi’nin gemi
yolcuları olarak anlattığı insanlardan bazıları, indikleri sahildeki tüm
güzellikleri temaşa ederler, çiçekleri koklayıp gezip dolaşırlar ne yazık bu
güzellikleri de almaya paraları olmadığı için hiçbir şey almadan gemiye
dönerler. Bunlar da gemide rahat ve geniş yerler bulurlar.
Bazıları da büyülenmiş
halde sedefleri, çiçekleri, taşları toplarlar. Çürüyüp gidecek olan nice
çiçeği, bozulacak olan nice meyveyi yüklenerek gemiye gelirler, ancak geminin
en iyi yerlerini önceden gelenler doldurmuştur. Buldukları dar bir yere
yüklendikleri eşyalarla zar zor sığarlar, seyahat devam ettiğinde ise artık
bozulup kokuşmaya başlayan ve büyük bir rahatsızlık veren yüklerini denize
atarlar. Ama bu ağır yüklerin verdiği yorgunluk ve ıstırapla yorgun düşerler,
daha sonra da bozulmuş çürümüş yemişlerin sebebiyet vermesiyle vatanlarına
varmadan amansız hastalıklara yakalanırlar, kimisi de yolda ölür.
Yine bazı insanlar da
sahildeki güzelliklere dalarak, gemilerini ve gitmek istedikleri vatanlarını
unutup temaşa ettikleri ormana dalarak kayboldular. Tüm lezzetli meyveler ve
uçsuz bucaksız uzanan güzellikler de gemiyi hatırlamalarına engel olur. Ama
daha sonra kaybolup gittikleri ormanda nice tehlikeli yırtıcı hayvanlar,
uğrayacakları kesintisiz, her şeyi unutturacak belalar da onları bekleyecektir.
Risalenin sonunda
Kindi, üzüntünün afetlerinden korunmuş olarak, süreklilik yurdu ve iyilerin
yeri olan en üstün vatana ulaşmak için, kralları köleleştiren güce, yani bütün
fenalıkların ve acıların kaynağı olan öfke ve şehvet güçlerine yenik
düşmemekten bahseder.
Hâsılı kelam sevgili
dostlar şimdi yeryüzüne doğru dağıldığımızda, bindiğimiz dünya gemisinin has
yolcuları olarak biz hangi yolcuları temsil ediyoruz bunu derinlemesine
düşünelim…