Geleneksel eğitim veren okullara mahk\u00fbm muyuz?
Devlet tekelinde zorunlu eğitim veren okulların yapısının, işleyişinin, yönetiminin bir reforma ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Ben, okulların radikal anlamda, köklü bir biçimde yeniden kurgulanması gerektiği fikrine daha yatkınım. Bunun birkaç farklı nedeni var. Öncelikle geleneksel eğitim veren okulların bilginin bu denli kolay erişebilir olduğu bir dünyada zamanı geriden takip ettiklerini düşünüyorum. Okullar, bireyin kültürel gelişimine ve özgürleşme/insanlaşma sürecine katkı yapmadıkları gibi bilginin aktarımı konusunda da bir hayli ilkel yöntemlere sahipler. Kısacası geleneksel eğitim veren devlet okullarında işler pek yolunda yürümüyor. Bilirsiniz okullar 19.yüzyılda askeri argümanlarla hayatımıza girdi. Bu sebeple demokratik dünyada yıllardır tartışma konusu olmuşlardır.
Bir zihin biçimlendirme faaliyeti olarak bugün yaşamımızı derinden etkileyen eğitim kurumları, Catherine Baker, Charles Dickens, J.S.Mill, Albert J.Nock, Krishnamurti, Ivan İlich ve Muray Rothbard gibi fikir insanları tarafından sıklıkla eleştiri konusu edilmiştir. Demokrat insanlar bu çerçevede çocuk üzerindeki denetim, devletin mi yoksa ebeveynlerin mi elinde olmalıdır ya da devlet, tek yönlü işlev gören zorunlu eğitim faaliyetiyle farklı ilgi ve yeteneklere sahip olan çocukları istenilen düzeyde hayata dahil edebiliyor mu? gibi sorulara cevap aramışlardır. Bugün biz de bu sorulara cevap arayamaya devam edeceğiz. Cevabını aradığımız temel soru şu; Okulların bireyin eğitimi üzerinde oynadığı rol nedir? Başka bir okul anlayışı, yapısı mümkün müdür? Kuzey Amerika'da Deschooling Our Lives( Yaşamlarımızın Okulsuzlaştırılması) adlı bir kitap yayımlandı. Bu kitap, okulları eleştirel bir perspektifle ele alıyor ve alternatif okul türlerinin denenmesi gerektiğini teklif ediyor. Einstein, deliliğin tanımını yaparken onun tekrar tekrar aynı şeyi yapmak ve farklı sonuçlar beklemek olduğunu ifade etmiş. Bu söz üzerinden giderek gelin biz de zorunlu eğitim ve okul sorununa yakından bir göz atalım.
İsterseniz kitabı derleyen Matt Hern'in sorularıyla başlayalım. Bugün sağduyulu bir insan, bir çocuk için gelişmenin ve olgunlaşmanın en iyi yolunun günde altı saat, haftada beş gün, yılda on ay, gençliğinde ise neredeyse yirmi yıl boyunca hapsedilmek olduğu iddia edebilir mi? Veya günlerinin büyük çoğunluğunu otuz-kırk akran ve bir yetişkinle bir odaya kapatılarak harcamak olduğunu söyleyebilir mi? Peki, ya tek bir zilin çalışıyla başka bir etkinliğe geçmek olduğunu ileri sürebilir mi? Diğer taraftan öğrenciler bir okul gününe, zaman çizelgesine, programa, müfredata, okuldaki cihazlara ve sınıf düzenine uyum sağlarlar. Neden bunun başka bir yolu yokmuşçasına çocukların okullara uyum sağlamasını bekliyoruz? Oysa gerçek olan, bir çocuğun sürekli değişen öğrenme modellerine, ihtiyaçlara, ilgilere, tutkulara, aile durumuna, kapasiteye ve tuhaflıklara sahip kendine özgü, esrarengiz bir varlık olduğu gerçeğidir.Etyen Mahçupyan'ın da ifade ettiği gibi çocuğun birazda saçmalama hakkının olduğu gerçeğidir.
Rothbard, Education, Free and Compulsoryadlı kitabında insanoğlunun birbirlerinden farklı ve ayrı bireyler olduğunu ifade eder. Sadece parmak izleri değil tüm bireylerin kişilikleri de emsalsizdir. Her birey zevklerinde, ilgi alanlarında, yeteneklerinde ve seçtikleri hareketlerinde benzersizdir. Her çocuk yetenek ve ilgi alanları olarak birbirlerinden çok farklı olduğundan ve öğretmen bir seferde tek şey öğretebileceği için okulların sınıflarındaki eğitim tek kalıptan çıkmak durumundadır. Kısacası her bir çocuğa uygun olacak şekilde eğitim vermeyen okullar, kaba bir tekdüzeliğin zorbalık mekanı olurlar. Rothbard, yıllar önce İbn-i Rüşd'ün ifade ettiğinden farklı bir şey söylemiyor aslında. İbn-i Rüşd, "Her insan kendi fıtratına boyun eğer ve her insan fıtri olarak bir konuda kabiliyetlidir" diyor. Ona göre herkesin aynı fıtratta olması ve bir kişinin bütün fıtri fıtri kabiliyetleri kendinde toplaması mümkün değildir. Bu yüzden herhangi biri birden fazla ilmi öğrenmesi asli olarak mümkün değildir. Kısacası herkes kendi nevi şahsına münhasır bir şahsiyete sahiptir.
Bir yazımda New York'un aşağı batı yakasında "Quest to Learn" yani "Öğrenme Macerası" adındaki bir okuldan bahsetmiştim. Ayşe Kaya Akfırat'ın verdiği bilgilere göre, her dersin, aktivitenin oyun merkezli tasarlandığı, karnelerde notlar yerine "acemi çaylak", "çırak", "kıdemli" ya da 'usta' gibi uzmanlık derecelerinin yer aldığı; öğretmenler ve bilgisayar oyunu tasarımcılarından oluşan bir takımın müfredatı şekillendirildiği bir okul burası. Dijital dünyanın dijital çocukları, bizim yetiştiğimizden çok farklı bir sınıf ortamında; teknolojinin, simülasyonların, kod yazıp yazılım üretmenin tam kalbinde, yepyeni ve çok eğlenceli bir eğitim sürecinden geçiyorlar. Öğretmenler öğrencilerine ödev vermiyor, onlarla belli bir misyonu olan maceralara çıkıyorlar. Quest to Learn'ün hedefi, öğrenmeyi çekici kılmak değil; karşı konulmaz bir hale getirmek. Mevcut okul yapısının dışında işleyen bu tür okul örnekleri bugün demokratik dünyanın en çok konuştuğu eğitim meselelerin başında gelmektedir.
Türkiye'de farklı, en iyi, en mükemmel okul türünü oluşturmak mümkün mü? Bu konuda neden bir kampanya başlatmıyoruz? Farklı alternatif okul türleri üzerine neden yarışmalar düzenlenmiyoruz? Einstenin ifade ettiği gibitekrar aynı şeyi yapmak ve farklı sonuçlar beklemek bizi nereye taşır? Çocukların ilgi ve kabiliyetlerine göre değil de yaşlarına göre sınıflandırıldığı ve hemen hepsine -fıtrata aykırı olarak- aynı derecede bilginin boca edildiği, tekçi, ideolojik bir o kadar da katı disiplin vazeden eski usul okul modellerine mahku00fbm muyuz? Bunun başka bir yolu yok mudur? Kişisel menfaat peşinde koşturmayı bırakıp tartışmaya ne dersiniz?
twitter.com/sivildemokrat