Geleneğinden kopan aşk
Aslı itibarıyla çok devasa bir anlam, tarih ve tecrübeyi içinde barındırmakla birlikte, günümüzde pespaye hale gelmiş bir kavram varsa o da aşk olsa gerek. Cep telefonu ile yolda yürürken konuşan gençlerin karşısındakine hitabında, cafedeki yeni yetme ergenlerin konuşmalarındaki her paragrafta "aşkım, aşkım" nidaları gırla giderken, neredeyse her söze başlangıç virdi olmuştur. Böyle hitap ederken bir de bakmışsın, ayrılmışlar. İki dakika önceki aşktan eser kalmamış. Bir de gazetelerde zaman zaman çıkan magazin haberlerindeki cümlelere bakın; "üç günlük aşk yaşadık."
Benim yaşım ve üzerindekiler için zamanında "aşk"ı konuşmak ya da hasbel kader aşık olmak illegal bir şeydi; davaya ihanetti. Bir gencin kendisini adaması gereken bir davası bulunması önem taşırdı. Bu bağlamda bir kadına aşık olmak gibi hayatın içinde var olan şeyler eyyamcılık olarak düşünülür ve adlandırılırdı. Bu sebeple aşkınızı içinizde gizlemeniz gerekirdi. Şiirlerinizi, umutlarınızı, beklentilerinizi ve ütopyalarınızı hep içinizde yaşardınız. Alt sınıftan bir insan olarak, ister istemez biraz arabesk takılırdınız. Dışarıdan duyduğunuzu müziklerin içinden "aşk" kelimesini özenle ayırıp saklar; alt sınıftan birisi olarak umutsuzluklarınızı bu şarkılarla pekiştirir ya da ümit arardınız. Herkes tabii aşık olamazdı. Ama aşıksanız, bunu pespaye şeylere bulaştırmamaya çalışırdınız.
Aşkın illegal olduğu bu durumlar, tabii ki normal olarak kabul edilemez. Ancak günümüzde pespaye bir cinsellikle eşitlenen aşk kabul edilebilir mi peki? Asla! Ağızlara sakız olmuş, bir oturuşta tüketilen "aşk"ın bir kere hiçbir ulvi duyguyla ilintisi yok ve kalpten çıkmıyor ve en önemlisi de bedeli ödenmemiş.
Aşkın kanununu burada yazacak değiliz; doğrusu bu kimsenin haddi de değildir. Ancak şu birkaç hususu burada hatırlatmak gerekiyor. Birincisi, İlahi ile bağlantısı olmayan aşk, aşk değildir. Yani ilahi aşka ancak beşeri aşktan geçilir. Yani bir kadına aşık olmasını beceremeyen bir kişi, Allah'a da aşık olamaz. Biraz keskin bir yargı oldu gibi değil mi? Aşk odur ki, "Leyla'dan geçme faslına" bir atlayış yapabilsin.
Fuzuli, Leyla ve Mecnun hikayesini edebiyat literatüründe en iyi anlatanlardan birisidir. Rivayete göre oğlu Kays'ın (Mecnun) Leyla'ya olan kara sevdası yüzünden babası çok üzüntülüdür. Oğlu eriyip gitmektedir. Bu dertten kurtulması için oğlunu Kabe'ye götürür ve dua etmesini ister. Kays ellerini kaldırır ve aşkının artması için dua eder. Fuzuli bunu, "Ya Rab! Belayı aşk ile kıl aşina beni/Bir dem belay-ı aşkdan kılma cüda beni." Şeklindeki ifadelerle anlatmaktadır. Aşk acı çekmektir, acı çekerek olgunlaşmaktır. Onda şehvet düşünülmez. Bundan dolayı bir iç süreç ister ve bedel gerektirir.
Fuzuli'nin Hz. Peygamber (SAV) için yazdığı ve benim açımdan bir numara olan "Su Kasidesi" ise "aşk"ın ulaştığı dorukları göstermektedir. Her bir beyti birbirinden harika olan bu şiirin bir beytinde Fuzuli, "Hak-i Payine yetem der ömürlerdir muttasıl/Başını taştan taşa urup gezer avare su" derken, suyun taşlara vura vura akmasını güzel bir sebebe bağlayarak (hüsn-ü ta'lil sanatı) Hz. Peygamber'in ayak toprağına ulaşma isteği olarak yorumlar.
Edebiyat tarihimiz "aşk" şiirlerinin mümtaz örnekleriyle doludur. Bizde "aşk"ın ilahi ile olan bağlantılı böyle bir geleneği vardır. Gönül evi olan kalbin, bir aşk alakasıyla Allah'a (CC) bağlanması esastır. Kadından yukarılara doğru geçilir. Gel gör ki, bu geleneğimiz bugün liselerde gençlere okutulmuyor. Onu anlayacak bütün mekanizmalar da maddileşmekten kalpleri katılaştırmış.
Modern zamanlarda önce varlığın düzeni bozuldu. Her şey maddeleşti ve bu arada kadın da salt bir beden oldu. Artık, modern dünyanın idolleri sadece belirli beden ölçüleri içerisine sıkıştırılan "bedensi kadınlar" olarak görülmeye başlandıu2026 Erkekler de bakan gözler haline geldiler. Bakan fakat göremeyenu2026Ve bu arada aşk da sessiz sedasız aramızdan çekildi; yalnızca kendisine benzeyen bazı sesleri arkasında bırakaraku2026