Geleceğini İslam'da Bul(ama)mak
Önce temel problemden başlayayım; toplumda insanlar artık geleceklerini İslam’da bulmamakta; arayışları, ümitleri ise başka referanslara doğru kaymaktadır. Belki abartılı bulunacak bu yargının farklı boyutlardan analizini yapabiliriz.
Türkiye sağın, solun ve İslamiliğin farklı
toplumsal tecrübelerini şu ana kadar denemiş bulunmaktadır. Bu deneyimleme
sonucu, belirtilen yönsemelerin hepsi hasarlar almışlardır. Bugün bu ideolojik
angajmanların çok zayıf işlemesinin iki sebebi belirtilebilir. İlki, artık ideolojiler
çağının sona erdiği söylemidir. Buna “söylem” diyorum; çünkü ideolojiler çağı
kanaatimce sona ermemiştir. Fakat klasik ideolojiler daha doğrusu meta anlatısı
olan ideolojiler hem sorunlar ortaya çıkarmış hem de artık referans olma
hüviyetleri zayıflamaya başlamıştır. İkincisi de, buna bağlı olarak meta
anlatısı olmayan ideolojisiz ideolojinin hakim hale gelmeye başlamasıdır.
Bu ideoloji
postmodernliktir. Postmodernlik, kendisi ideolojilere, evrenselliğe
totaliterlik olarak bakmakla birlikte, bu bakış açısının gerçekte diğer
ideolojileri dışarıda bırakmanın bir manivelası olduğunu anlamak zor değildir.
Postmodernlik kapitalizmin yeni geldiği aşamanın, neoliberalizmin; bunlara
bağlı olarak öznel hazcılığın, tüketim toplumunun, kültür endüstrisinin, tavan
yapmış popülizmin ideolojisidir.
Gerçekte
insanlık tarihinin başından bu yana hazcılığın merkeze alınarak dünya hayatının
kurgulanması tavrı hep vardır. Bunun ismi içinde yaşadığımız çağda değişmiş
olsa da, neticede postmodern ideoloji öznelliğin bu hazcılığını
yükseltmektedir. Pagan kültür ise, insanın gerçekliği örterek “heva”sına
giydirdiği sembolik elbiseler olarak farklı şekillerde tezahür eder.
1970 ve 80’li
yılları tecrübe ettim. Bu yıllarda Müslümanlar henüz periferide iken,
kurtuluşun İslam ile geleceğini farklı biçimlerde dile getiriyorlardı. Yaşanan
tüm sıkıntıların sağcı ve solcuların meselelere nüfuz edememesinden
kaynaklandığını; kendilerinin ise bunları çözeceklerini iddia ediyorlardı. Bu
iddialar doğrusu 1990’lı yıllar boyunca da devam etti. Özellikle modernitenin
dine yönelik negatif tavırları da eklenince, dünya konjoktüründeki değişimleri
de desteğiyle din yükselen bir fenomen olmuştu.
Fakat bugüne
gelindiğinde “başarı” tanımlarının statülü alanlara mobilizasyonu şeklinde
tanımlandığı bir duruma ulaşıldı. Takip edebildiğim kadarıyla farklı toplumsal
kesimlerde üç kategorik tavır ortaya çıkmış bulunmaktadır. Birinci kategori, özellikle
eski nesil gerçekte sorgulanması gereken yerleşik “İslamilik” anlayışını
savunmaya devam etmektedirler. Bu nesil en azından söylem olarak yeni nesil ile
kopukluk yaşıyorlar. İkinci kategoride, yaşadıkları mahrumiyet sonucunda
statülü alanlara mobilize olanların ise İslamilik iddiaları sona ermiş
görünmektedir. Üçüncü kategori ise, Z kuşağı şeklinde isimlendirilen yeni
nesildir ki, bunlar hem postmodern ideolojinin kendilerinde tezahür etmesi, hem
de kurumsal dini anlayışlara karşı rezervleri sebebiyle böyle bir iddia
taşımamaktadırlar.
1970’lerden
itibaren yaşanan değişimler muvacehesinde, belki ilk başlarda varolan gelecekte
İslam’a dair beslenen ümit, yerini bugün neredeyse dünya sistemi ve postmoderniteye
bırakmıştır. Sistematik olarak, felsefesiyle postmodernliği, tüketimi,
öznelliği bütün boyutlarıyla bilmeyen insanlar, gündelik yaşamın pratiklerinde
artık kendilerini bunlara bırakmış durumdadır.
Toplumda
özellikle yeni nesil çok dikkatli dinlendiğinde, önümüze öznel, neoliberal ve
postmodern bir dilin çıktığını görmekteyiz. Bazan bu dilin “dünya”yı bir
sorgulamaya doğru gidip gitmeyeceği konusunda kuşkular taşıyorum. Henüz değer
ve ilkelerle mücehhez yeni dil, sosyal
ağ ve kültür inşa edilebilmiş değildir.
“istemediğim
kimse hayatıma giremez” sözünün nasıl bir değer, sosyal ağ ve ilke
barındırdığını ve nasıl bir dünya inşa edeceğini ayrıca çözümlemek gerekiyor.