Geldim Ağa!
Yaşamımdaki beyazlıklardan biridir. Mütebessim siması, cana ve ruha baldan daha tatlı gelen konuşmasıyla bir güzellik perisidir.
Sonbaharın başlangıcıyla ilkbaharın sonunda köye giderdi bizimkiler. Kalırdık onlarsız ilçede okul yollarında. Lise dönemimizdi. Nebile ablanın bahçesinde ilkbaharda açan leylakların, sonbaharda sararan ayvaların kokusu bir başka neşe ve hüzün katardı okul yollarımıza. Hele sokakta bağıran halka tatlıcılarının sesi ve doyasıya tatlı yiyememe ıstırabı ayrı bir kederdi.
Bu haller içinde okula giderken göremezdim onu. Fakat öğlen eve gelişimde ve akşam okul dönüşümde ya bahçede bir şeylerle uğraşırken ya da elinde bir tabakla bana seslenirken görürdüm onu. Bazen keledoş olurdu tabakta, bazen çorti. Bazen keşkek olurdu, bazen patatesli veya yeşil fasulyeli bulgur pilavı. Şor balıkla pilavın kokusu evimize kadar gelirdi. İçli köfteyle kıllorik yapsaydı mutlaka yollardı. Metez ve velibağın kokusunu hemen alır ve evlerine en yakın yerde dolaşıp dururdum. Canım teyzem! Nasıl da anlardın çocukluk arzularımı. O güzel yüzüne ve ellerine bulaşmış unlu haliyle hemen seslenirdi. Tabağa koyduğu o zahmetli yemeklerle yolardı beni eve.
Eşi Ahmet enişte de bizimle ilgilenirdi. Bakkalından getirdiklerinden daima bizlere vermesini söylerdi teyzeme.
Hiç unutur muyum o günleri! Teyzem bu defa o geniş alüminyum tabağına elmaları koymuş ve bergonun başından seslenmişti bana.
— Oğlum al şu elmaları. Götür deden ve ninen yesinler, size de versinler, dedi. Yanlış anlamayın! Şehirde de olsanız öyle her şeyi alamazsınız. Ben de elma yiyeceğim diye sevinçle verdim nineme tabağı. Ninem önce teşekkür etti. Ardından soyuverdi elmaların kabuklarını. Bize elmanın kabuğu düştü, dedem de yedi kendisini. Ninem de dedemden artık kalanı yedi. Tam elma yeme ümidimiz kaldı başka sefere.
Yıllarca bir bahçe içinde iki aynı evmiş gibi yaşadık teyzemlerle. Sadece bir ses duyardık teyzemin evinden. Kocası ona hitap ederdi gayet sakin bir sesle.
— Kız Türko nerdesin!..
— Geldim ağa. Ocağın üzerindeki yemeğe bakıyorum, derdi.
Teyzemin hürmet, aynı zamanda şefkat ve sevgi dolu bu cevabı çok yakın olmamıza rağmen ne bizden, ne de sultan Havai çeşmesinden duyulurdu. İtiraf edeyim mahallemizdeki hiçbir evden duyulmazdı insanları rahatsız edecek konuşmalar veya yüksek tonda birbirine hitap etmeler.
Teyzem ve beyi, küçük bir bakkaldan ve köyümüzde olan çayırından gelen kazançla her biri bir cevher gibi olan evlatlarını yetiştirdiler. Beyine destek olsun diye teyzem de evde çalışırdı. O öpülesice elleriyle dokuduğu yün çoraplarla katkı sağlardı erine. Çocukları her biri sadece ailenin değil bütün akrabaların da gıpta ettiği vatana ve millete faydalı kişiler oldular.
Teyzemin oğulları da köye gelirmiş ve sığınırlarmış anneme, benim şehirde annelerine sığındığım gibi. Tandırın başında yeni pişirilmiş sıcak ekmekten, koyunlardan sağılmış taze sütten, nehreden çıkarılmış yeni tereyağından tadınca sanki dünyalar onların olurdu. Hele bir de yeni kesilmiş hayvanın eti pişirilip ikram edilmişse, değmeyin onların keyfine. O kadar güzel ahlaklı idiler ki köydeki yoksulluk ve yoksunluğu asla görmez daima güzellikleri anlatırlardı. Köye gelemeyen diğer kardeşlerine hava atarlardı. Hele bir de köyden teyzelerinin, yani annemin -karınca kararınca- vereceği bir hediyeyle dönselerdi şehre, görülmeye değerdi neşe ve sevinçleri.
Bugün bağlıysak akrabalarımıza ve yaşıyorsak bu tarif edilmez güzelliği, inanın yıllar önce çocukluk kozamızın böyle dokunmasındandır. Yıllarca çocukluk ve akrabalıklar bu güzelliklerle dokundu. Teyzemi hiç ayırmadım annemden. Daima annemin sevgi ve şefkatini gördüm kendisinden. Ben teyze(ler)mi bir başka sevdim her geçen gün. Ve on(lar)a olan hürmetim hiç azalmadı, hep arttı. Hiç on(lar)dan kopmadım ve kopamadım. Lakin annemin yokluğunu belki en çok bu teyzem unutturdu bana. Çünkü çocukluğumdan beri annemin boşluğunu hep o doldurmuştu. Annem yaşasaydı o da teyzem(ler) gibi olurdu.
Neden bu teyzemi size anlatıyorum biliyor musunuz? Medeniyetimize ve kaybolan değerlerimize nasıl yabancılaştığımızı biraz anlamak için. İnsanlık medeniyetinin yegane devam müessesesi olan aileyi kurarken eşlerin birbirine verdiği sözün sadık bir temsilcisi ve savunucusu olduğunu göstermek için.
Teyzemler çocuklarını büyütmüş ve yuvadan uçurmuşlardı. Yurdun dört bir yanına uçan bu evlatlar ise anne ve babalarını hiç unutmadılar. Her defasında yanlarında olmaya çalıştılar. Nihayet onların da vardı kendilerine göre bir hayatı. Ve teyzem yıllarca evlatlarının sevinçlerini ve başarılarını anlattı. Daima onlardan ne kadar razı olduğunu söyledi herkese.
Uzun yıllar geçmişti. Teyzem ve eşi yaşlanmıştı. Hayatın sevinci kadar kederli demleriyle de yüzleşmişlerdi. Beklenmedik ölümler, aciz kalınan müzmin dertler ve uzun yaşamanın verdiği hadiselere şahit olma durumu teyzemin yüzündeki tebessümü eksiltmese de çizgilerini artırmıştı. Bütün bunlara rağmen yine de hayata tutunuyor ve tebessümüyle beraber tatlı dilini eksik etmiyordu.
Teyzem galiba can evinden imtihan edilecekti. Öyle de oldu. Hayat arkadaşı hastalandı. Bütün tedavilere rağmen bir taraftan konuşması azaldı, diğer taraftan yürümesi. İki yaşlı insan ve etrafta çok az kişi. Evlatları canhıraşane koşsa da yardımlarına, nihayet yük kalıyordu teyzemin omuzlarında. Özür dilerim buna yük dediğim için... Teyzem bunu duysa çok üzülür inanın. Çünkü yıllarca of demeden baktı kocasına. Şahit olurdum bazen o harika haline. Bütün hizmetlerinin yanında bir de günde beş vakit leğeni getirir, misinde suyu da ılık olarak hazırlayıverirdi. Eşinin abdestini güzelce aldırır ve elini yüzünü kuruladıktan sonra;
— Haydi ağa namazını kıl derdi.
Beyinin yüzündeki o dua ile karışık aşka ve razılığa şahit olurdum. Rabbim senden razı olsun derdim teyzeme. Ve yıllar, teyzemin eşine hizmetiyle şereflendi. Ve daha bilmediğimiz nice güzel halleriyle Müslüman bir eşin nasıl olduğunu silinmez harflerle zamanın levhalarına yazıverdi.
Evet! Teyzem evlilik kürsüsünde verdiği iyi günde kötü günde, sağlıkta ve hastalıkta yanında olacağım ahdini imanlı ve dosdoğru bir şekilde yerine getirmişti. Yılarca o halde olan beyi vefat etmişti. Son anına kadar eşinin hizmetindeki teyzem bütün şefkat ve içtenliğiyle şöyle demişti.
— Ah ağa! Keşke daha fazla yaşasaydın. Yine sana bakardım.
Ben de derim ki, ne çok acı ve güzellik var hayatında teyzem.
Yaşadıkça başka acılar görmeyesin.
Yaşama tutunduğum dallardan birisin.
Ve sen benim solmaz çiçeğimsin.
Ben de senin biricik kuzun...