Gelard
Başlangıçtan beri bütün insanlar gündüzleyin çalışıp didinmenin doğal bir sonucu olarak gözlerini kapayıp rahatça uyuyacakları bir mekan arayışında bulunmuşlardır. Mağaralar, evler, hanlar, saraylar, yazlıklar, kışlıklar, apartmanlar, gecekondu evleri hep bedenin uzantıları olarak kurgulanmış korunak ve mahremiyet koruyucularıdır.
İnsanın ve insanlığın başından beri ruhun içine sığındığı ve kendini oradan hayata uzattığı bedenin sadece koruyucusu mudur evler; onun türevi olan mezralar, köyler, mahalleler, semtler, bulvarlar, şehirler, metropoller başka bir işe yaramamakta mıdır? Ya ruha sızan bütün kötülükler biraz da mimarların parmak uçlarından duvara yansıyor, oradan bilincin karanlık odalarını zapt ediyorsa?.. Ya yan yana gelmenin, yan yana gelerek bir işin üstesinden gelmenin, ortak çalışmanın, ortak üretmenin, ortak tüketmenin ve dolayısıyla insanın insanlığa dönüşmesinin atölyesi, mahfili, buluşma noktası olan mekanların ruh ile ilişkisi o mekanların gerisindeki zihniyet tarafından belirleniyorsa? Ya mimari bir eser aynı zamanda ona bakan gözün retina tabakasına ha bire cümle kuruyorsa?.. Böyledir, evet, böyledir. Ve böyle olduğu için de bir beden nasıl ruhu temsil etme makamında, onun içindekileri bir ışık gibi dışa yansıtıyor; bir elbise tam da o an üzerine giyilen bedenin gerisindeki ruh halini, kültür düzeyini, hayata bakışının ipuçlarını barındırıyorsa aynı şekilde bir ev, bir sokak, bir mahalle ve bir şehir de ait olduğu medeniyetin kodlarını barındırır, ışığını yansıtır, varlığını içeriden dışarıya, bir yerden bir başka yere bildirir. Böylece bir ev, bir köy, bir mahalle, bir şehir ve bir memleket sadece insan bedeninden ilham alınarak kurgulanmış bir sığınak, bir barınak değil, yanı sıra bir kimlik inşacısı ve taşıyıcısı, bir inanç göstergesi, içinde yaşanılan coğrafyadan malzemelerini devşiren, dışarıdakileri içeri alan, içeridekileri dışarı taşıyan bir medeniyet kapısıdır.
Bir dini, bir medeniyeti, bir kültürü, bir anlayışı diğerinden ayıran en belirgin çizgi olarak mimari, bu yönüyle her durumda ruh ile temasta olan biçimin insan aklı tarafından yoğrulmasının eseridir. Akıl ve ruhun estetik taşması olarak mimari günümüzde de hem Doğu ile Batı'nın hem geçmiş ile geleceğin ayrım çizgisidir. Bir kavşaktır, bir dönemeçtir. Bu sebeptendir ki Batılılaşma süreci, dünyanın Batı merkezli dönüşümü aynı zamanda mimariden dağılan bir köy, mahalle, semt, şehir ve kent ayrışmasını öncelikli hale getirmiştir. Yazık ki hayatın öteki pek çok alanında Batılı ve Batıcı müstemleke kasırgasının saçıp savurduğu değerlerden biri olarak mimari de kendine ait cüzden payını almış, böylece Doğu'nun ve İslam dünyasının kadim sanat eserleri, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, saraylar terk edilmiş; tevarüs ve temellük şöyle dursun ya tamamen şehirden uzaklaştırılmış ya da şehrin amorf bir çıkıntısı olarak bütün o çirkinliğin içindeki tek güzellik olarak tuhaf, ayrıksı bir kadere terk edilmiştir. Sosyal hayat nasıl değerleri birbirine karıştırıp çorbaya dönüştürmüş, iyi ile kötünün sınırlarını ortadan kaldırıp bütün 'suları' bulanıklaştırmış ise güzellik ile çirkinliğin sınırlarıyla oynamak suretiyle mekanın başlangıçtan beri bize getirip dayattığı bütün güzellikleri ve incelikleri de alıp götürmüştür.
Mekana özgü kaos ve tereddinin en belirgin göstergesi eski şehir-yeni şehir, eski mimari-yeni mimari ayrımlarıdır. Şehir ve kent arasındaki, ev ve apartman arasındaki, taş ve metal arasındaki, konak/köşk ve villa arasındaki fark doğrudan doğruya kendisini geleneksel ve modern arasındaki kapışmaya bırakmış ve yazık ki burada evler gökdelenlere, taş metale, geleneksel mimari de modern mimariye yenilmiştir. Varılan noktada yapılması gereken bu yenilgiyi ölüme bitiştirecek olan göstergeleri ortadan kaldırıp baygınlık psikolojisini kökten bir diriliş hamlesine dönüştürmektir. Geleneksel mimariyi modernin bir montaj hattı olarak onarımdan geçirmek yerine bir kimlik inşası ve simgesi olarak yeniden diriltmek ve Batı karşısındaki kısık sesini yeniden haykırışa dönüştürmek bir varoluş meselesidir.
GELARD oluşumu işte tam da bu noktada ortaya çıkarak geleneksel değerleri tevarüs ve temellükle geleceğe aktarmanın, geleceğin dünyasının somut göstergelerinin nüvesini geleneksel dokudan devşirmenin araçlarını üretmek için ortaya çıkmış önemli bir aksiyon hareketi ve kurumsal anlamda da ciddi bir dernek olarak kendini göstermiştir. Profesyonel mimarların elinde geleneksel mimarimizi, külliyelerden başlayarak yeniden diriltmenin, onu çağdaş mimari anlayışlarla harmanlayarak içindeki özü, gözden sızan pırıltı misali, günümüz insanının zevkine sunmanın bir arayışı olarak ortaya çıkmıştır. Büyük bir "külliye" projesi olarak Gelard mimari anlamında Batı karşısındaki bu yenilmişlik hissini, bu ezikliği, bu ataleti ortadan kaldırarak inancın, ahlakın, etik ve estetiğin bütün dokularına nakış nakış işlediği bir külliye anlayışını Ankara ve İstanbul'dan başlayarak bütün memlekete yayma amacını gütmektedir. İstanbul başta olmak üzere ülkenin kadim mekanlarının nasıl sefilleştirildiğini kendisi de vurgulayan Cumhurbaşkanı'nın bu meseleye bizzat el atması ve kimliğimizin sadece koruyucusu değil, göstergesi de olan mimarimizin yeniden canlandırılmasına destek vermesi sadece günü kurtarmayacak, dünü bugüne taşıyarak bugünü de rahatça yarına emanet edebilecektir. Külliye projesi sadece yeni bir ev, yeni bir mahalle, yeni bir bahçe, yeni bir komşuluk ilişkisi, yeni bir alışveriş anlayışı ve hatta yeni bir sosyoloji inşası değil aynı zamanda modernleşmenin saldırgan taraflarına karşı yeni bir meydan okumayı ifade etmektedir. Prof. Dr. A. Haluk Pamir öncülüğünde kurulan GELARD derneği felsefecisinden mimarına, şehir planlamacısından şehir estetikçisine, sosyoloğundan edebiyat bilimcisine profesyonel bir kadro hareketi olarak hayırlı ve uzun bir yolcuğa çıkmış, sadece kendisini selamlayacak gönül erlerini beklemektedir. Ne vakit geleneksel mimariye vurgu yapsa sadece sesi değil yüreği de titreyen Sayın Cumhurbaşkanımıza duyurulur. Taşa şekil değil ruh verecek mimarları neden selamlamayalım ki?..