Geçmişten geleceğe kadın
Cenneti annelerin ayakları altına seren bir dinin mensubuyuz. Toplumun huzur ve mutluluğu için en önemli görev kadınlara düşmektedir. Nesillerin devamı, çocukların güzel eğitimi, güven ve huzurun tesisi ve ülkenin kalkınması konusunda da en önemli görevler kadınlarımıza düşer.
Tarihte, İran’da ve Roma’da kadınlara değer verilmez ikinci sınıf, üçüncü sınıf vatandaş sayılırlardı. Eski Hint hukukunda kadın evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiçbir hakka sahip değildi. Kadın kötü sayılırdı. Budizm’in kurucusu Buda ilk zamanlarda kadını dinine bile kabul etmiyordu. Bizans’ta kadının şeytan olup olmadığı bile tartışılırdı.
Eski Yunan
toplumunda kızlar hizmetçi sayılırdı. Babası utancından dolayı onu satma
hakkına sahipti.
Yahudi ve Hristiyan toplumunda kadına iyi gözle bakılmazdı. Hatta murdar sayıldığı için 16. asra kadar İncil’e el süremezlerdi. İlk günahın işlenmesine sebep olduğu için kadına şeytan gözüyle bakılırdı.
İslam’dan önce dünyada olduğu gibi Arap yarımadasında da kadının hiçbir değeri ve önemi yoktu. Kadın ikinci ve hatta üçüncü sınıf insan görülür, mal edinme hakları olmadığı gibi, mirastan da mahrum bırakılırlardı. Bir meta olarak görülen kadının hiçbir söz hakkı bulunmazdı. Bir babanın kız çocuğu doğduğunda öfkesinden ne yapacağını şaşırır, yüzü kızarır, utancından yanında olanlardan yüzünü gizlemeye çalışırdı. Birçok aileler kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bunu yapmayan aileler olduğu gibi,8 çocuğunu gömenler de vardı
Kur’an’ı Kerim; İslam öncesi Arapların ve diğer milletlerin kadında bulunduğuna inandıkları uğursuzluk düşüncelerini ve kadından dolayı utanma duygularını tamamen yok ettiğini, müşriklerden birinin kız çocuğu olduğu zaman öfkeyle yüzünün kapkara kesildiğini, ondan utanarak toprağa gömme arzusu içinde olduğunu (Ahzab,33/58-59) söyleyerek kadının cahiliye dönemindeki yerini belirterek onu oradan alıp, erkeklerin ve kadınların kazandıklarından kendilerine birer pay olduğunu, (Nisa, 4/ 32) vurgulayarak kadına mülkiyet hakkı tanımış, onu cehaletten kurtarmış, durumunu yükselterek şerefli kılmıştır. İslam dini, insanın, ana babasına iyilik etmesini tavsiye etmiş, özellikle, anasının onu zahmetle taşıdığı ve doğurduğu hususuna Kuran-ı Kerimde dikkat çekerek kadınlara her durumda ikram edilmesinin gerektiğini ifade etmiştir.(Ahkaf, 46/44)
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır”. (Rum, 30/21) diyerek kadınların toplumdaki yerini ortaya koyan İslam Dininin Peygamberi Hz. Muhammed “Allah’ım! Ben şu iki zayıfın hakkının çiğnenmesinden cidden sakındırırım: Yetim ve kadın.”( 4 İbn Mace, Edep, 6, II, 1213; Ahmed b.Hanbel, Müsned, 2/439) diyerek kadını yüceltmiş, “Mü’minler arasında imancı en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır.” ( Tirmizî, Radâ 11, III, 466; Ebu Dâvud, Sünnet 16, V, 60) sözleriyle de kadını baş tacı yapmıştır.
Bugün kadına gereken değer verilmiyorsa, kadına şiddet her gün daha da artıyorsa bu İslam’ın değil, Müslüman olarak bizim hatamızdır. Bir Müslüman erkek için en güzel örnek, Hudeybiye’de hanımına tanışan ve hanımının dediğini yapan Hz. Peygamberdir. O’nun eşlerine tavrı ve onlara tanıdığı haklar bizim aile yapımızda ve eşimizle olan münasebetlerimizde ölçümüz olmalıdır.
Dünya genelinde her gün 137 kadın aile fertlerinden biri tarafından öldürülüyor. Ülkemizde sözde kadın hakları savunucusu partilerin kendi içlerindeki tecavüz olaylarına kör ve sağır olduğu, İngiltere’de her dört kadından birinin erkeklerin şiddetine maruz kaldığı, ABD’de her doksan saniyede bir, bir kadının tecavüze uğradığı ve her gün 4 kadının aile içi şiddet nedeniyle hayatını kaybettiği. Rusya’da bir yıl içinde aile içi şiddet sonucu on dört bin ölüm olduğu, Hindistan’da yılda yaklaşık on beş bin genç kızın aile içi şiddet sonucu öldürüldüğü ve genelde her üç kadından birinin fiziksel şiddete ya da cinsel tacize maruz kaldığı dünyamızın kurtuluşu yeniden İslam anlayışı ile buluşmak ve ona göre bir hayat yaşamaktır. Yoksa İslam öncesi cahiliye dönemine doğru gidişin önü alınamayacaktır.