Geçmiş değişmez, biz değişiriz!
Şu iki kapılı handa en ağır yükümüz korku ve üzüntüdür. Korkularımız geleceğe, üzüntülerimiz ise geçmişe aittir. Geçmişten elimizde kalan üzüntüler hüsrandır. Hiç yaşamamış olmayı isteriz. Çünkü geleceğin korkusunu kucağımıza verir. Bizi isyana hatta inkara bile götürebilir.
An’ımız ne kadar güzel geçse de korkularımızın ve üzüntülerimizin esiri olabiliriz.
Hayatımızda en gaflet içinde olduğumuz olgu öncelikle zamandır. Ömrümüzün su gibi akıp giderken bir daha geri dönmemesi, değer verdiklerimizin yanlış söylem ve eylemlerimizle tek tek kaybedilmesi bize hüzün olarak yetecektir. Lakin ne yaşananlar değişecek, ne de bu yaşanmışlıklar yaşanmamış olacaktır.
Bir suçlu ararız. Yaşadığımız acıları kesinlikle yalnız yüklenmeyiz. Yaşadığımız her olayın bir girişi, gelişmesi ve elbette bir de sonu olacağını biliriz. Sahip çıkamadığımız öfkemiz, olaya kendi tarafımızdan bakışımız bize değersizlik duygusu yükleyebilir. Haklı olduğumuzu ispat etmek isteyişimiz ise telafisi daha zor hatalara götürebilir.
Halbuki anlık söylenen söz ve eylemlerimiz, geçmişin üzüntüsü olurken geleceğin korkusudur. Bizi içten huzursuz edenler ise bizim o yaşanan olaya verdiğimiz değer ve kendi yaptıklarımızdır. Doğru hareket etmek ise kurtarıcıdır. Önemli olan yaşamamak değil doğru hareket etmektir. Zira bizler hata yapmadan öğrenemeyiz.
Geçmişimizi ve anda yaşadıklarımızı hatta içimizden geçirdiklerimizi çok iyi bilen, gelecek hayatımızda doğru hareket etmekle güzel bir hayat vaat eden, sahip olduk dediğimiz ne varsa her şeyin yegane sahibi olan Rahman “Kim benim hidayetime uyarsa onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecektir” buyurmuştur.
Bu söylem üzüntüsüz bir hayatın olacağı, geleceğinin korkusunun yaşanmayacağı anlamına gelmez. Vahyin içinde Nebi Yakub (a.s.)’un oğlu Yusuf (a.s.)’u kaybetme üzüntüsü ile gözlerini yitirdiği vardır. Rahman’ın Rahmetine güvenen güzel insanın takındığı tavır ise etrafı velveleye vermek, suçlu arayıp durumu çıkmaza sokmak değil, üzüntü ve kederini Allah’a arz etmektir.
Geleceğin korkusu da vahyin sayfalarında iki kayıp arasında seçim yapmak zorunda olan acılı anne olarak karşımıza çıkar. Kucağında yeni doğurduğu yavrusunu ya nehre atacak ya da firavunun zalim askerleri öldürecektir. Ve elindeki yeni doğurduğu çocuğu ne olacağını düşünemeden, arkasına bile bakamadan tabiri caiz ise nehre fırlatmak olmuştur.
Yeni doğan erkek çocuklarını öldürten duygu da gelecek korkusudur. Geleceğin korkusu yaşanacağa engel olmamış, kendi sonunu hazırlayan çocuğu kendi elleriyle yetiştirtmiştir.
Anneye yaşama duygusunu veren ise tekrar çocuğuna kavuşma umududur. Umudunu pekiştiren eylem ise dua etmesi, Rahman’a sımsıkı sarılması, içinden gelen sesi duyması, O’na güvenmesi, ümidini yitirmemesidir.
Dua eylemdir. Eylemimiz olmazsa geleceğin korkusu altında kalırız. Güvenimiz biterse gücümüz kırılır. Hayata bizi bağlayan güç güvendir. Güven imandır. İman etmek güvenmenin akabinde teslimiyeti gerekli kılar. Teslim olmazsak hayatın bütün yükünü sırtımızda taşırız. Buna da ne gücümüz ne imkanımız ne de ömrümüz yeter.
Vahyin en acılı ayetleri Annemiz Hz. Aişe’ye atılan iftira üzerinedir. Yaşanmışlığı örtmek değildir. Rabbine güvenin sonucunda temizliği Rahman tarafından tescillendirilen bir örnektir. Teşekkürü kocası olan Allah Resulüne değil, Rabbine yaptıran bir temizleniştir. Asırlar geçse de vahyin en önemli konudur.
Gerçek değişmemiş, tarihin sayfalarında kalmıştır. Münafıklar hala söylemlerine devam etmektedir. Allah bu ayetleri Rahman’a güvenenlerin kalpleri sağlamlaşsın diye kayıt altına almıştır. Doğru hareket edenlerin temizleneceği müjdesi verilmiştir.
Mesele o ki biz de müminlerle beraber “Rabbimiz Allah” diyelim. O’na güvenerek teslim olalım. Geçmişin değişmeyeceğinin bilincinde olarak kendimizi değiştirelim. Hatalarımızdan ders alalım. Başka adreslere el açıp, şeytanın oyununa gelmeyelim.