Geçinmeye gönlün var mı?
Vücudumuzdaki dengelerin bozulması sonucu patlak veren ağrılarımız bizi doktora koşturur. Varlığını istemediğimiz, yokluğundan da Allah’a sığındığımız hastanelerde yaşanan bir çok dramlara şahit oluruz. Orada gördüklerimiz halimize şükretmeye iter. Her hasta ziyaretlerimizle, dert dinlememizle de şükrümüz artar.
Ancak sağlığımızı kaybettiğimizde ne büyük nimet olduğunu anlarız. Hastayken kendimize sözler verir, bir daha terli su içmeyeceğim, soğuk hava da ceketsiz dışarı çıkmayacağım, sağlıklı besinlerle besleneceğim, cereyanlı ortamlardan uzak kalacağım, perhizime dikkat edeceğim, sigarayı bırakacağım ve gündemin tazeliği ile maskemi takacağım fiziki mesafemi koruyacağım vs deriz… Sağlığımıza kavuşunca da verdiğimiz bütün sözleri unuturuz. Hiç yaşanmamış gibi oluveririz.
Dayanılmayacak ağrılarda doktora gitmek aklımıza gelir. Bazen de küçük bir müdahale ile giderilecek olan bir hastalığımız, ameliyat masasında biter. Halbuki ağrı bir nimettir. Ağrılarımızı dikkate almazsak bütün azalarımızı zarara uğratabiliriz.
Hayatımız diş ağrısı çekmeyenin fark etmeden bütün dişlerini kaybetmesi gibidir. Tıpkı fındıkkabuğunu doldurmayacak sebeplerin çaresi aranmadığı, feryatların duymazlıktan gelindiği, “her ailede olur, normaldir” diyerek üstünün örtüldüğü ve sonunda soluğun mahkeme salonlarında alındığı gibidir.
Hayat; tekrarı olmayan, affetmediğin zaman affedilmeye lâyık olmadığın, vermezsen alamadığın, güvenmediğin zaman güvenilmediğin, yaydan çıkan ok, ağızdan çıkan söz misali geri dönülmeyen bir gerçektir. Sinirliyken ağzımızdan çıkan sözlerin kaybolma, duyulmama imkânı yoktur. Zira öfkeliyken bağırarak sesimizi daha çok duyurmak isteriz.
Kırdığımız bardağı kuvvetli bir yapıştırıcı ile yapıştırabiliriz. Lâkin hiçbir zaman çatlakları örtemez, eski haline getiremeyiz. Halbuki kırdığımız kalpleri onarma, söylediğimiz sözleri af dileyerek geri alma, hediyeleşerek ihsan da bulunma imkânımız her zaman vardır. Yeter ki geçinmeye gönlümüz olsun…
Geçim dünyasında kazananlardan olmak için idare sanatını bilmeliyiz. İdare etmesini bilmeyenlerin, en ihtiyacı olduğu zamanda da idare edilmeyi hak edemeyeceğini de bilmeliyiz.
Emek vermek muhakkak bilgi ile olur. Gayretle olur. Hani emek olmayınca yemek olmazdı?
Bu işin edebiyatını yapmak, nasihat etmek çok kolaydır. Yapma, yeme, gitme, gelme, verme, alma…
Her birimiz hayatımızın başrolü olduğumuzu, yaptığımız seçimlerle, yaptığımız hareketlerle şekillendirdiğimizi unutmamalıyız. Mesele bizim kendi baş rollüğünü yaptığımız hayatımızı en güzel yaşamak ve yolunda gitmeyenleri öncelikle görüp düzeltme gayreti içinde olmak olduğunu idrak etmeliyiz.
Tıpkı ağrılarımızı kimsenin çekmediği gibi, yanlışlarımızı da ancak biz düzeltebiliriz. Hata yaptıysak hatamızı tamir etmeli, bize karşı kusur işlendi ise af yolunu tutmalıyız. Yeni bir sayfa açıp kendi hayrımız için ihsanda bulunmalıyız. Gelecek günler de daha büyük şerlere uğramamak için dua etmeliyiz.
Bilmeliyiz ki; hayatta her şey bizim için bir imtihan aracıdır. Hayat da, ölüm de, eşlerimiz de, evlâtlarımız da, mallarımız da, sağlığımız da, zamanımız da, gençliğimiz de birer imtihanlarımızdır.
Bize düşen bu imtihan dünyasını kazanma çabasıdır. Sanırım bütün mesele kazanma odaklı hayata bakarak mutlu etme sanatını öğrenmekle, geçinmeye öncelikle gönlü olmakla olur.
Gerçekten geçinmeye gönlümüzün olup olmadığını defaten sormalıyız. Zira geçinmeye gönlü olmayan deveyi pire, pireyi deve yapar. Bahanesi çok olur. Hatta muhatabı ağzıyla kuş tutsa bile asla fayda vermez. Bundan dolayı bilmeliyiz ki mükemmel insan yoktur. Geçinmeye gönlü olan insan vardır.