Gecikmiş 'bir Yusuf hikâyesi…'
Kronolojik olarak Mısır Mitolojisi ve Halk
Hikâyelerinde, daha sonra sırasıyla Tevrat’ta, İncil’de ve Kuranda yer alan
Yusuf Kıssaları; Tevrat Tekvin bölümünde
37-50. Baplar arasında yaklaşık 17 sayfa; İncil ‘de Resullerin İşleri bölümü 7.
Bapta yarım sahife özet; Kuran’da ise Yusuf Suresinin tümünü kapsayacak şekilde
13 sayfa halinde yer almaktadır.
Tevrat’ta geçen episoteyle Kur’anda geçen Yusuf
suresindeki episote genel olarak uyuşmakta ancak Yusuf’un Efendisi’nin Hanımı’nın
kendisini tutkulu aşkı nedeniyle kınayan kadınları evine daveti ve dedikoducu
misafir kadınların ellerini kesme bölümüyse Kurandaki yeni bir episote unsuru
olarak yer almaktadır.
Yusuf’un Efendisi’nin Hanımı yerine Züleyha, Zeliha
veya bir başka isim belirtemiyoruz çünkü Tevrat’ta efendi olarak adı geçen Potifar’ın
karısının ismi Kuranda münhasıran zikredilmeyip ‘Yusuf’un Efendisinin Karısı’
diye geçmektedir.
Tevrat ve Kuranî anlatımın önemli farklarından biri
Yusuf Kıssasında da kendini göstermektedir. Şöyle ki; Tevrat’ta tahkiye edilişte;
isimler ve eylemler tercihen temel mesajın üstünde bir konumdayken; Kuranda ana
temayı ortaya koyacak yeterli imajlarla yapılan episotelerle tahkiye aracı
kılınarak Tevhit inancını ve bu temel görevi yerine getiren peygamber Yusuf misyonu
hep ön plânda tutulmuştur. Buna ilâveten en güzel en yakışıklı ve üstelik en iffetli,
nefsine son derece hakîm, ilâhi nurla yıkanmış, bir erkek portresi anlatıma
damgasını vuruyor.
Öyle ki bir yönüyle de Tevrat’ta geçen adıyla Efendi
Potifar’ın Karısı’nın iyice müptezel ve bedenî tatmine yönelik atılgan ilânı
aşkına karşı kaya gibi sağlam, iffetli bir duruş sergileyen peygamber Yusuf bir
yandan da plâtonik ama reddi aşka açık, kendini meftunu olduğu tutkunun olası savurmalarına,
aldatışlarına ve hiç kuşkusuz ilâhi buyruğun yasaklarına katı mukavemet
edişiyle; edebiyatın önemli ana
temalarından biri haline gelmiştir. Bu yönüyle özellikle Türk Edebiyatıyla Fars
Edebiyatında yüzlerce hikâye ve yazılı eserin; batı edebiyatında iki büyük
romanla tiyatro, resim, opera, bale, müzikal, klâsik müzik, animasyon,
ilüstrasyon gibi birçok sanat dallarında esin kaynağı olarak birçok kez ortaya
çıkmıştır.
Adı Kutsal Metinlerde yer almayan Efendi Potifar’ın
karısı Züleyha yahut Zaliha yaygın ismi etrafında Yusuf’la birlikte anılarak
Yusuf ve Züleyha hikâyesi muhtelif varyasyonlarıyla doğrudan hikâye olarak ya
da ima ve atıf suretiyle dolaylı esin kaynağı olarak süregelmiştir.
Hikâyenin bir kanadında daima Yusuf varken öbür
kanadında kâh Züleyha kâh Yakup kâh Yusuf’un Kardeşleri varsa da en yaygın
adlandırma Yusuf ile Züleyha’dır.
Kuyu, zindan, mahpusluk, kervan, sahra, rüya, evlât
sevgisi, baba ve vatan hasreti, anne şefkati, kavuşma sevinci, ikbâl ve idbar,
hüzün, hüzünler evi, hırs ve tamah, haset, sadakat, güvenilirlik, ilim ve tedbir,
kaza ve kader, üst seviyede katıksız iman ve teslimiyet gibi pek çok metafor, kavram
ve duygusal çağrışım yaptıran tüm kelimelerin yoğunlaştırdığı hikâyenin
elverişli oluşu nedeniyle onu merkez edinen zirve isimler arasında; Gazalî, Feridüddin
Attar, Genceli Nizamî, Firdevsî, Molla Camî, Mevlâna Celâleddin, Şeyh Galib
gibi niceleri yer almaktadır.
Bunlardan Hüsn ü Aşk mesnevisinde kuyu metaforunu derinlemesine
işleyen Şeyh Galib [1]
hikâyenin kahramanı Aşk’ı çıktığı manevi yolculukta ilk olarak dipsiz bir
kuyuya düşürerek hikâyeyi de derinleştirir. Ve daha işin başında kuyuya beraber düştükleri
yol arkadaşı Gayret’i:
Kuyuya
düştün diye sakın üzülmeyesin [2]
Yusuf’un
yükselişi kuyudandır bilesin, diye söyleterek kahramanın moralini yüksek tutar
da; daha nice badireler atlatan ve mutlu sona ulaşan Aşk’ın, öte alemdeki
vuslat sevincini tasvir için bu kez:
Açıldı
o kuyu açıldı zindan[3]
Yusuf
yine oldu Mısır’a sultan ; mısraları aracı
kılınır.
Yusuf hikâyesi böylece beşeri aşkın, fiziki ve ruhî
güzelliğin, aklın ve gönlün, iffet ve hayânın,
özgürlük ve bağlılığın, hüzün ve sevincin,
ihanet ve sadakatin, yükselip düştükten sonra tekrar yükselişin; ve daha daha nelerin
ardı ardına sökün ettiği; ibretli, iyileştirici, onarıcı geniş bir anlatım alanı
sunar.
Tam da Batı Edebiyatında Thomas Mann’ın toplamı iki
bin sayfaya yakın dört ciltlik dev yapıtı Yusuf ve Kardeşleri isimli romanını
okumaya başladığım günlerde bir tevafuk olarak elime geçen “Bizim Topraklarda ‘Bir Yusuf Hikâyesi, Zembîlfiroş” fazlaca dikkatimi çekti
ve iki bin sayfalık roman arasında 118 sayfalık bu hikâyeyi bir çırpıda
okuyuverdim.
Dünya Edebiyatının ve belli başlı yapıtlarından,
Batı Kanonu eserleri arasına girmiş iki bin sayfalık bir romanla, 118 sayfalık
bir derleme hikâyenin kıyasını yapacak değilim.
Çünkü Yusuf ve Kardeşleri romanını tek kelimeyle özetin
özeti olarak nitelemek mümkün olsa; bir yazarın ‘üst edebiyat eseri işte böyle yazılır’
dercesine gösteri yaptığı, öyle ki; sırf bizim Züleyha diye bildiğimiz Potifarın
Karısı Mutemenet’in çağırdığı saray protokolüne dahil zevatın eşlerine verdiği
ziyafetin ve ellerini kestiklerinin anlatıldığı ‘Kadınlar Topluluğu’ sahneleri
bile on sekiz sayfa ve hatta Zembilfiroş hikâyesini punto farkı gözetilirse otuz
sayfaya baliğ olmaktadır. Bu nicelik farkı kıyas götürmez ise de; bir
okur olarak bir eserin kendisini sarıp sarmadığı, etkileyip etkilemediği, bunu
daha önce niye okumamışım diye hayıflanma hakkı bakîdir. Bazen iştiyakla bazen
ite kaka okuduğum romanı katlayıp birkaç saat içinde Bizim Topraklardan Bir Yusuf Hikâyesi’ni bir solukta okuduğumda
işte buna, Zembilfiroş’u orijinal metniyle birlikte çevirisinden vakt ü
zamanında niye okumamış oluşuma hayıflanmıştım.
Anlaşılan hem yazım dili nedeniyle- ki o dilin
alfabesi 98 yıl öncesine kadar Bizim Topraklarda müşterekti- siyaseten;
hem de iffet ve tövbeyi öne alması itibariyle de dinî didaktik, çağ dışı, görülerek müfredat ve edebiyat ekâbirlerince
göz ardı edilip vaaz-ı nasihat kitabı
kabilinden muamele görmüştü anlaşılan Zembilfiroş.
Bizim topraklardan bizim insanımızın ortak
alfabesiyle yazılı ve yine bizim topraklarda bin asır artı çeyrek yüzyıldır
kullanılan müşterek harflerden müteşekkil şu nakarat diyalog mısraların:
-Delikanlı
ben sevdakârım…[4]
-Hatun
ben tövbekârım…[5]; her
ortaokul, lise çağındaki erkek balasının çarpım cetveli gibi ezberlemesi
gerektiği, aylardır zihnimde asılı kaldı. Ve bu mısraları anlaşılır bir
hikâyeyle gündeme getiren Mu’sab Aydın’a da kurudan ötede bir teşekkür borcu
da...Hem de yanık türküsünü arada bir Bizim Topraklarda Bir Yusuf Hikâyesinin
hançeresi olarak binlerce yılbirlikte çığırmak!...