Gecenin en karanlık anı…
Milat Gazetesinde ilk yazım 30 Mart 2020 tarihinde
yayınlanmıştı. “Bir Uyku Arası Verdik
Yaşama!” başlığıyla kaleme aldığım yazımda 2019 Aralık ayıyla Çin’in Wuhan eyaletinden dünyaya yayılan ve 10 Mart 2020 tarihinde
ülkemizin sınırlarından izinsiz bir şekilde içeri giren korona virüse (Covid-19) değinmiştim.
Bu virüs
neticesinde yaşamaya genel anlamda bir uyku arası vermiştik ve “Yarın
çok geç olmadan, bugün evinde ve bizimle kal.” sloganıyla öncelikle
olayın vahametinin büyüklüğüne dikkat çekerek insanın derdi ne ise dili de o
olur mukabilinden yazılar kaleme almaya gayret ettim.
Bir kıyamet
provası yaşadığımız o günlerde dostlarla içilen bir bardak çayın dahi ne kadar
kıymetli olduğunu yaşayarak öğrenmiştik. Genel geçer mazeretlerle ötelediğimiz
dost, akraba ziyaretlerinin anlamını sokağa çıkmanın yasaklandığı zamanlarda
daha iyi anlar olduk.
Akabinde
Ramazan ayının gelmesiyle inanç dünyamızda büyük anaforlar yaşamaya başladık.
Camiler boş, teravihler sessiz, iftarlar ve sahurlar yalnız halde bir başına
bırakılmış gibiydiler. Ötelediğimiz, ertelediğimiz her ne var ise hepsinin
kıymetini tek tek anlamaya başladık ve bize sunulan bu güzelliklerin aslında ne
kadar büyük bir nimet olduğunu idrak eder olduk.
Kadim
medeniyetin asil evlatları olarak gücümüz yettiğince vefanın en güzel örneğini
ortaya koyarak hem kendi vatandaşlarımıza hem de bütün insanlığa yardımcı olmak
adına az çok demeden “Biz Bize Yeteriz
Türkiye’m!” düsturuyla elimizi taşın altına koyduk. Böyle bir necip
milletin mensubu olduğumuz için ne kadar şükretsek azdır.
Hüzünlüydük,
ömrümüz hazan mevsimini yaşıyordu ve etrafımızdaki yapraklar tek tek dallarıyla
vedalaşıyorlardı. Ölüm dediğin bir yoğun bakım ünitesinin soğuk duvarına çarpan
en dramatik duruştu. Daha da hazini bazen veda etmeye dahi ömür vefa etmiyordu.
Ölüm sessiz geliyordu, cenazeler sessiz gömülüyordu, mezarlıklar en sessiz
hallerine bürünmüşlerdi ve giden yalnız ve sessiz gidiyordu.
Her şeye rağmen
“Vardır bunda da bir hayır!” diyerek
hüzünden rahmet doğar şuuruyla umudumuzu her dem diri tuttuk. En darlandığımız
ve her şeyin üstümüze üstümüze geldiği zamanlarda ise dua niyetine dilimizde
taşıdığımız “Hayırlısı!” kelimesini
hayatımızın merkezine almıştık.
Bu kadar teselli
edici düşüncelerin yanında ısrarla kurallara uymayıp sadece kendisini değil,
aynı zamanda toplumun hayatını da tehlikeye atan insanlarımızın sayısı ise azımsanmayacak
kadar vardı. Salıverdikçe kaybettiğimizi fark etmeden ve isteklerimizin
imtihanımızın sebebi olabileceğini düşünmeden dünya kendi etrafımızda
dönüyormuşçasına umarsız davranışlarımız nedeniyle bu illet virüs yeniden pik
seviyelerine ulaştı. Hayatımızın telafisinin olmadığını anlayarak hatayı
kendimizde arayıp elimizden kaçırdığımız kontrolü tekrar kendi elimize almaya
çalışıyorduk. Çünkü biz değişebilirsek dünyanın da değişeceğine hatta
güzelleşeceğine olan inancımızı diri tutuyorduk. Aksi takdirde herkesi toprak
çağırıyor ve sırası gelen bir saniye dahi fazladan kalamayarak tahtadan atına
binip ahiret yurduna göç ediyordu.
Her dönemde
olduğu gibi bu dönemde de krizleri fırsata çevirerek stokçuluk, karaborsacılık
ve benzeri işleri yapanlar milletin canıyla mücadele edişini hiçe sayarak
fırsatçılığa soyundular. Temel ihtiyaç malzemelerinden tutun da pandemi
sürecinde elzem olan bütün ürünlerin fiyatı virüsün pik seviyesiyle yarışır
hale gelmişti.
Eğitim ve
öğretim faaliyetlerine can suyu olduğunu düşündüğümüz uzaktan öğretim modeli bu
süreçte öğrencilerin bir şeyler öğrenmesine vesile olsa da maalesef teknoloji
bağımlısı büyük ve büyülenmiş bir nesil oluşturdu. Bu durumun artçılarını
önümüzdeki yıllarda daha net bir şekilde görmüş olacağız.
Bu sürecin
en olumlu yanı sokağa çıkma yasakları neticesinde motorların çalışmadığı bir
zamanda doğa kendi kendini çok güzel yeniledi. Doğanın o doğal sesini ve
güzelliğini hayretler içerisinde dinledik ve seyrettik. Ayrıca en güzel müjdesi
ise Fatih’in mirası ve emaneti, aynı zamanda İstanbul’un Fethi’nin sembolü olan
Ayasofya Camii’nin yeniden ibadete açılmasıydı.
***
Dünyanın dar boğazdan geçtiği o günlerde yazılarımızda yarınların umudunu ve duasını kaybetmeyenlerin olacağını ısrarla vurguladık. Şimdi ise bir uyku arası verdiğimiz yaşamın kâbus dolu gecesinin sabahına uyanma vakti. Dilerim bu şafak yalancı bir şafak değildir ve gerçekten güneş en güzel ışıltısıyla üzerimize doğacaktır. Güneşin ışıltısı biraz da bizim elimizde. Kontrollü normalleşmeye geçtiğimiz şu günlerde tedbirlere uyup kontrolü elden bırakmadığımız müddetçe güneşin ışıltısı ruhumuzu aydınlatacaktır. Son maskeli aylarımızı geçireceğimizi ümit ediyorum. Bahar yavaş yavaş bize yüzünü göstermeye başlıyor. Bu kadar daraldığımız gecenin sabahında ruhumuzun, gönlümüzün ve dünyamızın ferahlayacağı günlere yaklaşıyoruz. Çünkü “Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az önceki andır.”