Gece Uzun Hikâye Uzun
Depremin artçı şokları bizi nereye götürüyor. Anlamakta zorlanıyorum. Bu akşam oturayım, "Kardeşi depremde ölen bir çocuğun her gün kardeşinin sevdiği çikolataları, şekerleri gelip mezar başına bırakmasını" yazacaktım. Kıymetli yazar dostumuz Sinan Yağmur, sosyal medyasında bir iki fotoğraf karesi ile paylaşmıştı.
Olmadı, yazamadım. Çünkü bu hatıra, bu hikâye kadar içimizi
cız eden başka olaylar da oldu. Onlarla da mücadele etmek zorunda
kalıyoruz.
Hepimiz şu anda depremi konuşuyoruz. Koşuyoruz,
koşturuyoruz. Malumunuz deprem bölgesinde eli kalem tutan bir yazar olarak bu
yazıyı kaleme alıyorum. Yani depremi en soğuk tarafıyla, en acımasız tarafıyla
yaşayan biri. Uzaktan değil yani…
Artçı depremler devam ediyor bölgede. Çadırda kalmak,
arabada kalmak, hatta soğukta kalmayı bile göze aldığımız oldu, oluyor. Yarın
kitaplarımı, kütüphanemi bırakıp Karacadağ eteklerinde bir köye evine,
akrabaların yanına gideceğim.
Deprem psikolojimizi alt üst etti. Kıyamet senaryoları,
yalan haberler, mahalle efsaneleri, birbiri ardına geliyor. Yemek uzmanları,
diyetisyenler, ağır ceza profesörleri, takipçim şok olsun diye olmadık yalan
uyduran sosyal medya fenomenleri, bilmem başka kimler…
Kısacası deprem tüccarları hepimizin psikolojisini bozdu.
Daha dün bir komşumuzun saat 20.00'de deprem olacak, herkes
aşağı insin telefonuyla yeniden yıkılmıştık. Deprem; bizleri, evimizi yıkmasa
da felâket tellalları bizi yıkıyor. Saat 20.00'da deprem oldu mu? Hayır. Ama
gelen telefonda öyle bir heyecan öyle bir inanç vardı ki insanın inanası
geliyordu.
Hani Ali Poyrazoğlu'nun tiyatro sahnesi vardı. Adamın biri
fırın kuyruğuna giriyor. Bakıyor ekmek kuyruğu çok uzun. Kuyruk bitse ekmekte
bitecek. Ne yapsın ki "Hey Millet! Aşağıdaki fırın bedava ekmek
dağıtıyor" demesin mi? Hurra millet aşağıdaki fırına doğru koşuyor. Buraya
kadar her şey normal. Normal olmayan ise yalanı uyduran Poyrazoğlu'nun "Ya
gerçekten aşağıdaki fırın bedava ekmek dağıtmasın mı?" diyerek kalabalığın
peşine takılması sahnesiydi.
Saat 20:00'de deprem olmadı ama bizde artçı şoklar yaşandı.
Önce irkildik. Sonra aramızda tartışma… Bazılarımız aşağı
indik, bazılarımız inmedik. Söylenilen saatte deprem olmadı. Aşağı inenlere ne
diyeceğimi bilemedim. Olan bize oldu. Fenalaşan çocuklarımızı hastaneye
yetiştirdik. Sakinleşmeleri uzun sürdü.
Bu kadar okul okumuş, bu kadar kitap okumuş bir insan olarak
depremin önceden bilineceği bilgisine sahip değilim, ayrıca kâhinde değilim.
Ama bunu insanlara anlatmak çok zor.
Şua ana kadar kaçımız enkazdayız, bilmiyorum. Ama kalbimiz,
beynimiz, gözlerimiz, aşklarımız, inançlarımız, olaylara bakış açımız,
felsefemiz enkazda kaldı. Son sözüm şapkasını enkazdan kurtaranlara olsun.
Oturup şapkamızı önümüze koymanın vakti gelmedi mi?