Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Geç çocukluk ve erken yetişkinlik

Savaş beraberinde alışılagelmedik insan sınıflarını ve o sınıflara uygun şartları ortaya çıkarıyor. Savaş kadınları, savaş çocukları gibi… Bu sınıfların mahiyeti de savaşın şartlarına, sebeplerine ve taraflarına göre değişkenlik gösteriyor. Çünkü güçlünün güçsüzü ezmesi kaidesinde kadınlar ve çocuklar mağduriyet sütununa en çok adı yazılanlar. Maruz kaldıkları ortam, muamele ve hayat mücadeleleri, aklı zorlayabilecek kadar ileri gidebiliyor. Kimi zaman savaş ortamlarında hayatta kalmak, hediyeden çok ceza gibi.

Pedagojik verilere baktığınızda, savaş ve fakirlikle yüzleşen toplumlarda yetişkin ve orta yaşlı nüfusun erken çöküşünden dolayı, çocukların psikolojik manada daha hızlı büyüdüğü ve sorumluluk aldığı ortaya çıkıyor. Bugün için normal sayabileceğimiz, herhangi bir hayati tehlike barındırmayan hayatlar içinde de ebeveyn baskılarından ötürü yahut ilk çocuk olması yüzünden erken büyümek durumunda kalan çocuklar var. Burada “büyüme” olgusunun doğrudan sorumlulukla ilişkili olduğunu görüyoruz. Yani mecburiyetler neticesinde oluşan sorumluluklar… Keyfi değil…

Savaşa maruz kalmış toplumları gözlemlemek için Ortadoğu’ya kadar inmeye gerek yok. Hemen Doğu ve Güneydoğu’muzda iç savaş şartlarından ötürü bir çocuğun altı yaşından sonra kendini çocuk hissedemediği, ergenlik döneminde orta yaş psikolojisinde olduğunu gösteren veriler var.

Peki ya sokak çocukları… Hangisi ne kadar çocuk… Onlar bir çocuk parkından geçerken kafaları “bir dünya” hâlde, çocuk manzaralarına oyun oynama hevesiyle bakamıyorlar. Muhtemelen onlar için yaşıtlarının yaptığı her şey çok “çocukça.” Toplumun genel “sorumsuzları” olarak, aslında kendi sorumluluğunu almak zorunda kalmış, ama çevre yüzünden bunu başaramamış birer yetişkinler. Onları birey sayamıyoruz, çünkü yaşları küçük, kendilerini idame ettiremiyorlar ve topluma kazandırdıkları olumlu hiçbir şey yok. Fakat onların önceliği kurtlar sofrasında hayatta kalmak olunca, savaş çocuklarından farklı görünmüyorlar.

Benjamin Buton’un hikâyesi, büyüme konusunda başka şeyler fısıldıyor. Yaşlı doğup büyürken ve psikolojik olarak yaşlanırken fiziken gençleşen, çocuklaşan bir adamın hikâyesi. Bize büyüme algımızın yanıltıcı noktalarını fısıldayan, empati duygumuzu güçlendiren bir hikâye.

Diğer taraftan Hz. Yusuf’un çocuk yaşta kuyuya atılması ve büyük bir aileye sahipken birdenbire yapayalnız kalarak oradan oraya savrulmasının da bize gösterdiği hakikatleri biliyoruz. O ilahî mucizenin eseri olarak bir “kayıp” iken devleti yönetir konuma geldi. Ama bu gelişme esnasında hangi evre, dünyanın akışından ayrı bir yerde duruyordu ki… Düştüğü tuzak yüzünden neredeyse hikâyesi bitecekmiş gibiyken bir kavmin akıbetine rehberlik edecek konuma gelmek için kurtarıldı. Kişide tekâmülün hızını belirleyen manevi unsurların önemini buradan da okumak mümkün.

İslam, bir çocuğu buluğa erdiğinde birey sayar. Yani sorumluluk alabilen, dinî ve sosyal hayat içinde vazifelerini yerine getirebilen bir yetişkin olarak görür. Yalnızca bu kaideyi bugün üzerinden düşününce çocukların bu sorumluluğa çoğu kere yaklaşamadıklarından yola çıkarsak iki mesele geliyor akla:

Bugünün çocuklarına buluğ yaşının bir olgunlaşma evresi olduğu yeterince anlatılamıyor ve o evreye hazırlanamıyor.

Bir taraftan da hayatın hızı sebebiyle çocukların yetişkinliğe her zamankinden daha geç ulaştığını düşünen biz yetişkinler onların sorumluluk duygusunu ve sorumluluk alanlarını törpüleme ihtiyacı duyuyoruz. Hayatın karmaşık akışı en çok yetişkinleri korkuttuğundan belki, çocukların muhayyilesini daraltmayı, sokağa inmemesini bir tedbir olarak görüyoruz. Bunu eğitim sistemimizin gidişatına bakarak rahatça okuyabiliriz.

Bu sorunlar, toplumdaki bütün yetişkinlerin muhatap olduğu temel meseleler. Çocuklara sorumluluk alması gerektiğine dair onlara gerekli telkinleri yapma işi, topyekûn bütün katmanlarıyla toplumun her kesimine ait.

Günümüz yeni nesillerinin çocukluktan itibaren hiç büyümeyecekmiş gibi muamele gördüğünün her geçen gün daha fazla farkına varsak da erken büyümüş çocukların hâlen ve çok miktarda var olduğu gerçeği önümüzde duruyor. Herhangi bir sebeple kimi kimsesi kalmamış, yeterince sahiplenilmemiş, temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı için çalışmak zorunda bırakılmış, okulda teneffüslerde değil de sokağın acımasız dünyasında kendini çok küçük yaştan itibaren savunmak zorunda kalmış ve bunu en acı şekilde öğrenmiş büyük çocuklar var. Ateş düştüğü yakıyor ve bu çocuklar fedakârlığın anlamını öğrenmeden fedakârca yaşadıkları o müthiş hayatlarını yukarıda bahsettiğimiz çocukları büyümekte zorlanan standart aile ortamından uzakta yaşıyorlar. Bunun sebebi ise hayatı yalnızca beyaz camın, yaşadığımız sokağın, yakın mahallelerin, gazete sütunlarının anlattığından ibaret saymamız. Uzaktan baktığımız sorunlara çözüm bulamıyoruz elbette.

Ve aslında hiç çocuk olamamış öyle çok yetişkin var ki…

Çağımız, her türlü gelişmişliğin ve beraberinde getirdiği kolaylıkların yanında, tüm zamanların en berbat cinnetini, kötülüğünü, şiddetini, dehşetini de barındırıyor. Bu kötülük ve zorluklar dünyasında, yaşı kaç olursa olsun hayatta kalmak için çabalayanlar hep olacak. Üstelik bütün bu olumsuz şartlar en çok savaş mahallerinde yaşanıyorken, savaş çocuklarının uzun süre birer çocuk olarak hayatta kalması neredeyse imkânsız. Düşmanla burun buruna geliyor, sevdiklerini düşman hattında (sivillerin bombalandığı şehirler, sınır hatları, mülteci kampları) yitiriyorlar. Savaş onlardan çatısını/babasını/annesi almış, geriye ona muhtaç kardeşler bırakmış olabiliyor. Dolayısıyla bütün bu yitim onlar için hayatı yaşama biçimi.

Hayatın neresinde durursanız durun, kaç yaşında olursanız olun bir tarafı aydınlık bir tarafı karanlık olacak. Genel kanaate göre sıradan hayatların “yeni nesil” problemi, zihinsel-bilişsel-duyuşsal olarak büyümesi giderek gerileyen bir manzara arz ederken; özel durumlar yaşayan sıra dışı hayatların temel problemi, çocukluklarını yaşayamayan, ölüm ve kayıpların sıradanlaştığı, temel ihtiyaçların karşılayamayan yeni nesillerin erken büyümüş çocukları oluyor. İki tarafın da gelecek konusunda hiç olmadığı kadar büyük endişeleri var. Duruma böyle bakınca arada fark yok: Telafi için iki tarafın da günümüz dünyasında daha çok çabalaması gerekiyor.