Gazze yeni bir tarihin başlangıç noktasıdır
371 milyonluk nüfusu ile Ortadoğu ve bölge coğrafyasına, Tüm zenginliğine rağmen, açlık, savaş ve kan ile iç içe bir kader yaşatıldı.
Bugün Ortadoğu ve İslam coğrafyaları sömürge ideolojisi, sömürge sınırları
ve sömürge dillerine göre bölünmüş durumda. 1442’de Avrupa’nın son Müslüman
devleti Endülüs’ün elinde bulunan Gırnata şehrinin düşmesi, kuzey Afrika ve
Ortadoğu için yeni bir dönemim habercisiydi aslında.
Yine 19. Yüzyıldan beri
Kafkaslardan Kuzey Afrika’ya, Uzak Doğu’dan Nijerya’ya kadar uzanan hat
üzerinde seyreden sömürgeci yapılarla İslam toplumları arasındaki gerilim her
görüşten, her mezhepten ve her kesimden müslüman toplulukları ortak kader
bilincine sevkediyor.
Sömürgeci rekabetin
uluslararası ilişkileri belirlediği dönemler İslam Dünyasındaki sömürge karşıtı
mücadelenin teorik ve pratik yansımalarına şahit olmuştur.
Geçmişte İki Balkan
savaşı, Trablusgarp Direnişi, Birinci Dünya Savaşı, İstiklâl Harbi ve
Hint-merkezli Hilafet hareketleri bu mücadelenin pratik cephesini, özellikle
İstanbul-Mısır-Hint eksenlerinde yoğunlaşan İslam Dünyasının siyasî anlamda
yeniden yapılanması konusundaki teorik tartışmalar, Cemaleddin Efgani'den Yusuf
Akçura’ya, İkbal’den Mehmed Akif’e kadar uzanan reform çabaları, Meşrutiyet ve
Hürriyet fikirleri bu dönemin teorik cephesini yansıtmaktaydı.
Batının islam
coğrafyalarına acımasızca yaklaşımı sömürge karşıtı hareketlere güçlü bir
kimlik ve sosyal bütünleşme imkanı sağlamıştır.
Geçmişte Ruslara karşı
Kafkaslarda Şeyh Şamil’in mistik-siyasî karizmatik önderliğindeki direniş
hareketi, Hindistan’daki Hilafet hareketi, İngilizlere karşı Sudan’daki Mehdi
hareketi, Hollandalılara karşı Endonezya’daki Sarekat İslam hareketi, Fransız
sömürgeciliğine karşı Fas’taki Ahmed el-Hiba ve İbn Abdilkerim’in
sömürge-karşıtı hareketleri nasıl medeniyetsel varoluş çabasından kaynaklanıyor
idiyse bugün ortadoğuda filistin ve gazzede yaşananlar da aynı menbadan
beslenmektedir.
Zira 20. yüzyıla girerken
İslam Dünyası, uzak doğuda Endonezya’dan Fas’a kadar hemen hemen tümüyle
sömürgeci güçlere karşı sömürge-karşıtı bir hareketler dalgasının etkisi
altındaydı. İslam medeniyetinin geleneksel değer ve sembolleri bu mücadelenin
belkemiğini oluşturmaktaydı.
Akdeniz’in güney sahilleri İspanyol yayılmacılığı karşısında çaresiz
kalmıştı, ardından 1838 yılında Fransa Cezayir’i istila etti. Bu istila
ile Ortadoğu da milyonlarca insanın katledileceği 132 yıl süren sömürü ve işgal
dönemi başlamış oldu.
O günden günümüze Ortadoğu siyaseti Londra-Washington-Moskova ve sonrasında
Tel Aviv ayağıyla bir yerlerden idare edilip yönetildi. Sonuç; savaş, kan ve
gözyaşı ile yoğrulan bir tarih.
Bu tarih ilelebet böylemi yazılacaktı? Hayır.
Bugün gazze ve filistinde yaşananlar bu tarihin ilelebet öyle
yazılamayacağının en güzel kanıtıdır.
Gazze ile islam dünyasına yeni bir format çekilmiştir.
Gazze ile Dünya müslümanları uzun bir zamandır içine girdikleri
bilinçsizlik uykusundan uyanmışlardır.
Gazze ile Küresel sömürgeci dünyanın her türlü insan hakları masalı ile
yıllardır yaptığı hukuksuzlıklar artık ortaya çıkmıştır.
Gazze ile Ortadoğudaki mücadele ekseni yeni bir sürece girmiştir.
Gazze ile Avrupa ve Amerika kıtasında yıllardır çizilmeye çalışılan
terörist islam imajı yerle bir olmuş, islam dünyasının Mazlum ve masum olduğu
bütün dünyada kabul görmüştür.
Bunun gibi daha onlarca sonuç ile gazze, tarihe geçecek bir dönüm noktası
olmasının yanında yeni bir tarihin başlangıç noktası olmuştur.