Gazze aynasında samimiyet imtihanı
Artık Batı’nın ikiyüzlülüğünü,
yalancılığını, utanmazlığını kanıksadık da ya bizdeki sözde antiemperyalist,
antifaşist, antiamerikancı aymazlara ne demeli? İçlerinde biriken İslam
düşmanlığını kusmak için fırsat bekleyen bu güruh sürekli sahnede. Nereden
geldiğini hiç merak edip öğrenmedikleri bir komutla papağanvari tekrarlıyorlar
öğretilmiş sloganları. Oysa insan vicdan sahibiyse insandır. Vicdanı hür bir
insan, hadiselere karşı nerede, nasıl ve ne şekilde saf tutacağını, eylemlerini
ve söylemlerini vicdanının sesine göre belirlemelidir. Maalesef bugün birçok
insan, safını belirlerken kişilikleri silinmiş ve sahte kimliklerle meydanlarda
dolaşan kriptoların emirlerine âmâde...
Eğer gerçekten insan
isek öncelikle bu trajediyi kendi iç dünyamızda sanki o olayların içindeymişiz
gibi yaşamamız gerekir. Gazze meselesi, insanlığın yaşadığı yüzkarası bir soykırımın
adıdır. Maalesef olayları film izler gibi, maç seyreder gibi
sıradanlaştırırsak, kalben ve ruhen hissedemezsek ne sözümüzün ne duamızın ne
eylemimizin bir geçerliliği olmayacaktır.
Ey bu satırları
okuyan ve aklı hâlâ karışık olan kari! Lütfen kendinizi bir kenara çekip,
birkaç saniye için Gazze’de yaşadığınızı, evimizin bombalandığını, ailemizin
öldürüldüğünü, haksız yere tutuklandığınızı, hapse atıldığınızı ve işkence
gördüğünüzü düşünüp içinizin ne kadar acıdığını hissedin. Ancak o zaman
anlarsınız yaşananları.
Geçmişte Bosna’da,
Karabağ’da, Doğu Türkistan’da yaşananları gündemlerine bile almayan beyler,
şimdi buraların edebiyatlarını yapmaya başladılar. Bunların bir kısmı bir zamanlar
hepimiz “Ermeni’yiz” diye sokaklarda bağırıyorlardı, Maoculukları engel olduğu
için hiçbir Doğu Türkistan eyleminde görünmüyorlardı. Bosna’daki soykırımı
meşrulaştıran yazarlara Nobel verildi diye alkış tutuyorlardı. İslam’a ve Hz. Peygambere
karşı alçakça karikatürlerle saldıranlara, Kur’an yakanlara karşı sus pus
oluyorlar bu densizler duyarlı insanlarca protesto edildiğinde yine bu beyler
çıkıp hoş görüden, fikir ve ifade hürriyetinden dem vuruyorlardı. Her dine, her
fikre karşı saygılı olduğunu her fırsatta deklare eden bu tatlı su demokratları
konu kendi yaşadıkları ülkedeki insanların mensup oldukları din olan İslam ve
onun emirleri olunca aynı müsamahayı, aynı saygıyı gösteremediler. Bırakın
Müslümanlığın şiarı olan camiden, minareden, ezandan, saladan, namazdan,
kurbandan rahatsız olmayı Müslümanların sakalından, başörtüsünden, sarığından,
şalvarından, çarşafından, türbanından da rahatsız oldular. Kızlar okusun diye
bas bağırırlarken başörtülü kızların okuma haklarını ellerinden aldılar ve asla
bu kişilerin ifade ve inanç özgürlüğüne saygı duymadılar.
Ne çok çifte
standardımız var değil mi? Kayıplara karışan vicdanlarımız Ukrayna savaşında mağdur
olan sarışın, mavi gözlü bebekler söz konusu olunca birden ortaya çıkmış ve dile
gelivermişti de “bunlar da vicdana geldi” diye umutlanmıştık. Ancak kişilerin
vicdanlarında bir renk körlüğü olmalı ki zulme uğrayan ve hunharca katledilen
esmer tenli, kara gözlü Filistinli Müslüman çocuklar olunca o vicdanlar
susuverdi. Demek ki bu beylerin vicdanlarında ya renk körlüğü var ya da tavuk
karası olmuşlar. Yoksa bu durumun başka bir kabili izahı yok.
Suriye’den ülkemize
göç etmek zorunda kalanları vatanlarını savunmadıkları için suçladık. Şimdi de
Gazze’de vatanlarını savunmak için çabalayanları da teröristlik ile suçluyoruz.
Maalesef dilimizin kemiği, söylemlerimizin bir ölçüsü yok.
Bırakalım kim ne
düşünürse düşünsün biz kendimize bakalım. Tepkimizi her an diri tutmak, adam
sendeciliğe sığınmamak gerekir. Emin olun bizim burada yaptığımız her eylem,
yazdığımız her satır Filistinli kardeşlerimizin acılarını bir nebze
hafifletiyor, onlara yalnız olmadıklarını gösteriyor. Eğer susarsak bu defa
zalimler yaptıkları her zulmün haklı olduğu zehabına kapılacaklar ve
zulümlerinin şiddetini artıracaklar.
Birileri hep soruyorlar, neden bu olaya karşı bu kadar
tepkiliymişiz diye… El cevap: Bir Müslümanlar olarak nerede zulüm varsa ve
kimden gelirse gelsin karşısında olmak zorundayız. Bu itirazlar imanımızın,
inancımızın gereğidir. Moro, Eritre, Bosna, Doğu Türkistan, Karabağ… Nerede
zulüm varsa hep karşısında olduk ve olacağız da!