Gazetecilik ve Amelelik
Baştan söyleyelim: Hayatımızın belli bir döneminde icra ettiğimiz mesleklerden biri olduğu için aynel yakin biliriz: Onca yorgunluğuna rağmen ameleliğin güzel tarafı dünyanın en helal kazançlarından biri olduğu hissi vermesi... Amelelik dışında, dünyada başka hiçbir meslek, paydos saatindeki özgürlük kadar insanın başını göğe eğdirmez ve hiçbir meslekte onun yorgunluğuna eşlik eden bir kahve bu denli tatlı gelmez. Çok az yorgunluk ameleliğinki kadar değerli değildir. Ameleliğin kötü tarafıysa ameleyi günü kurtarmanın bir adım ötesine geçirmeyişidir. Bir amele bedenen sağlıklı olduğu sürece işler yolundadır, keyiflidir, mutludur, kazandığı da kendine kafi gelir. Biten her gün yorgunlukla bir sonrakine eklemlenir. Ama başına bir kaza geldiğinde, büyük ya da küçük fark etmez, kaza sürecinde aç kalır amele. Ne kadar çok çalışırsa çalışsın çalışamayacağı güne saklayacağı kadar biriktirmesi mümkün değildir. Doğası gereği amelelik, birikimle asla yan yana gelmeyen mesleklerden biridir.
Gazetecilik de öyledir. Bir nevi amelelik mesleğidir ve köşe yazarı işini düzenli yapmaya çalışan ameleden farksızdır. Bir gazete güncel hayatın kültürel ihtiyaçlarını karşılamanın aracıdır. Her şeyden önce budur. Asla yarın derdi yoktur gazetenin, yarının ötesine geçen hiçbir fikir kımıltısı taşımaz. Günü kurtardı mı, akşamı etti mi, gazeteden iyisi yoktur. Yazısını yazdı mı, gazeteye gönderdi mi köşe yazarından iyisi yoktur. Yorgunluk kahvesini içer, bir sonraki günü karşılamak için yatağına çekilen amele gibi bir sonraki yazısını zihninden kurmaya başlar köşe yazarı. O da amelelik gibi varken görünmeyen, yokluğunda aranan bir şeydir. Bir gazete, her gün farkında olmadığımız ama bize sabahı getiren güneş gibidir. Ancak tefekküre daldığımızda ya da bir vesileyle hatırladığımızda kıymetini biliriz. Akış sürecinde ise ha var, ha yoktur gazete… Her gün şehirlerimizde gökle aramıza giren sayısız gökdelenin görünmeyen küçük mimarları gibi…
Kelimenin aslı da gerisindeki çağrışımlar yumağı da Batıdan geldiği için genelde gazetecilik özelde ise köşe yazarlığı misyonu tam olarak seküler dünya görüşünün meşru zeminini artırma içgüdüsü taşır. Geçmişi ve geleceği boş ver, “günü yaşa” söyleminin yazı karşılığıdır gazete. O misyonu üstlenir veya üstlenmez ayrı konu ama doğası bunu gerektirir. Bazı istisnalar bir tarafa bırakılırsa, en katıksız Batı mugayiri düşüncelerin bile gazete zemininde tartışılmaya başlandığı an yenilgiye uğradığını tarih bize öğretmiştir. Dünyadaki bütün Batılılaşma faaliyetlerinde, dünyanın Batılılaştırılması süreçlerinde belirleyici rolü gazetelerin ifa edişi, seküler dünya görüşünün matbuat uçbeyinin gazeteler oluşu bunun en açık göstergesidir. Bizde en az Tanzimat kadar, Gülhane Hattı Hümayunu kadar Takvim-i Vekayi ve Ceride-i Hadis Batılılaşmayı körüklemiş, süreci hızlandırmış ve sürecin kendine özgü araçlarını üretme kabiliyeti göstermiştir. Gazete ve gazeteciliğin de içinde bulunduğu matbuat doğrudan doğruya güncele ayarlanmış bir bakış açısını ve duyarlılığı gerekli kılar. Bu, hep böyle olmuştur. Haddizatında Batı’nın batılılaşması, yani sekülerleşmesinin de muharrik gücüdür gazetecilik. Adı üzerinde journal. Günlük, güne ait, güncele özgü… Journalist, yani gazeteci ama öbür tarafıyla amele, yevmiyeci, günlükçü… Kavramlar bazen bizi öze ulaştırır. Gazeteci ve amele kelimelerinin her ikisi de bizi teoriden yalıtılmış bir eyleme alanına götürüyor. Güncelin kaba eylemle buluşması, güncelin sadece güncele sabitlenmesi, dünün ve yarının güncelde toplanması değil, güncelin dünün ve yarının üzerine kapaklanması… Amele bedensel çalışmasıyla, ameliyle, eylemiyle günü kurtarırken gazete yazarı da beyninin beden kısmını çalıştırmasıyla, pratik egemen görüşleriyle ve maruz kalan duygularıyla günü bağlamından koparır, günceli mazinin ve atinin üzerine yığılmış, her ikisini de nefessiz bırakan bir cesede dönüştürmüş olur. Ama bu ceset hem amelenin hem de gazete yazarının eliyle sıvanır, kaba görüntüsünden uzaklaşarak biraz daha incelikli hale getirilmiş olur. Sıvacı duvarı briket ve tuğladan, köşe yazarı cümleyi günlük konuşma dilinden ayırır, biraz daha incelikli hale getirir. Her ikisinin de görevi ölü bedeni küçük müdahalelerle ‘onarmak’tır.
Tanzimat’tan itibaren Türkiye hem bir müteahhitler, her iki anlamıyla inşacılar, inşaatçılar ve ameleler hem de bir gazete, köşe yazarları ve gazeteciler cumhuriyetidir. Gazetelerin egemenliğindeki bir cumhuriyette elbette iktidarı da muhalefeti de onlar dizayn eder, etmiştir. Elbette, bunun doğal sonucu olarak iktidar olanların ilk icraatlarından biri de gazeteleri araçlaştırmak olmuştur. Siyasal mücadele biraz da matbuat üzerinden gerçekleşmiştir. Dönem dönem gazeteler siyasal hareketleri iktidar da etmiştir, muktedir de kılmıştır, asmıştır da... Her ikisi de günü bir şekilde kurtarmıştır. Ama o gün bugündür günü kurtarmanın bir adım ötesine geçmemişlerdir, bir adım ötesini işaret edememişlerdir, bir adım ötesini tahayyül bile edememişlerdir.
Gazetelerin en önemli organlarından biri köşe yazarlığıdır. Öyle ki bazı okuyucular gazete haberlerinden ziyade ve belki ondan daha acele, köşe yazılarına bakarlar. Bu durum bazıları için değişmez bir itiyat halini bile almıştır. Gazete manşetinden ve birkaç ufak tefek haber metninden hemen sonra beğendikleri yazarların metinlerine yoğunlaşırlar. Şimdi artık haber kanalları çoğaldı, interaktif bir dijital dünya var ve matbu yazılar da matbuat yazarları da eskisi kadar dikkate şayan değil. Ama yine de dijital ortamda bile gazete deyince akla ilk gelenlerden biri köşe yazarlığıdır.
Dünyada iki tip köşe yazarı vardır: Gündemi takip edenler ve gündeme ışık tutmak için yazanlar, gündemi takip edenler ve gündemi teorileştirenler. Birinciler günü yorumlar, ikinciler günden hareketle zamanı… İkincileri daha dikkate değer bulurum ben. Haddizatında ikincil metinleri yazmak için gündemi takip etmek de yetmez. Hemen her konuda ciddi bir tahassüs sahibi olmak da gerekir. Derin, incelikli, rikkat sahibi bir iç dünyanın yanı sıra belli oranda bir entelektüelizme de ihtiyaç vardır böylesi yazılar kaleme almak için.
Bizde günlük köşe yazarlığı da bir nevi amelelik gibidir. Bir boşluğu doldurur. Yazarın da okuyucunun da günün ötesinde bir kaygısı ve beklentisi yoktur. Yazar, yazdıklarıyla o günün ağırlığını üstünden attığını, okuyucu da okuduklarıyla zamanın o an için olduğundan daha hafif geçtiğini düşünür. Aralarında zımni bir teyit vardır ve bu teyitleşmeye her iki taraf da sadık kalır. Tıpkı müteahhitle amele arasındaki gizli mutabakat gibi. Amele, ameleliğinden sorumludur ve bunun dışında, bunun ötesinde bir iddiaya bürünmez.
Haliyle, günlük de yazılsa, haftada birkaç da yazılsa gazete yazısının ömrü kısadır. Bazen yirmi dört saat bile değil. Teknolojiye oldukça yakın bir zamanda giren tek kullanımlık fabrik ürün zihniyeti işlevsel olarak dünya tarihine gazetecilikle girmiştir. Gazete haberlerinin ve köşe yazılarının ömrü cümlenin kullanılıp atılması mantığına dayanır. Mimariyi inşaattan ayıran da dergi dilini, kitap dilini gazetecilik dilinden ayıran da bu ince gibi görünen kalın çizgidir. İnsanların günlük okuma ihtiyacını giderir belki gazeteler, içlerindeki küçük huzursuzlukları alır, ağrı kesici gibi, hayata kaldığı yerden devam etmelerini sağlar. Ama asla yeni bir hayat kurmanın, yeni ve büyük ideallerin peşinden koşmanın işaret fişeğini yakmaz. Böyledir, böyle olmuştur. Başka türlü nasıl düşünebiliriz ki?