Gazellerin annesi: Şeref Hanım
Ben ölürsem de Şeref âlemde
Zâhiren
yok ise de evlâdım
Her
gazel bir veled-i kalbimdir
Haşre
dek yine gûm olmaz adım
Şeref
Hanım
Gazeller… Şeref Hanım’ın
kalbinin çocuklarıdır. Bir kadını en güzel şiirler anlatır. Sen, kendini şiirle
anlatırken, yazıcının kalemi nasıl anlatsın seni bilinmez? Yazılmış tüm hikâyelerin
kahramanı kadınken ve bir kadın anne olana kadar çocukken, şâire bir kadını,
Şeref Hanım’ı kim, nasıl anlatabilir ki? Okurken mısralarını, ruhun
şûh bir martı olup konuyor kederlerime. Ömrüm gerçi yosun örtülü bir taşlık ve
zevrâk-ı derunum sürüklenirken reh-i sengsâre. Yaralı kalbim için her mısran
bir merhem ve bir ipek yastıktır. Bir gece okurken şiirlerini ve ortasından
geçerken hayat ile zamanın, duana amin dedim ol vakt-i hazırda. “Yâ Rab, bu şiir mecmuamdan âriflere
öylesine bir tesir ver ki, her mısrası yaralı ciğerlere merhem olsun”
derdin. Okudukça divanını, her mısraı merhem oldu ruh u cânıma.
İstanbul’da
doğar bu şerefli kadın. Duygulu bir kadındır o. Şerefli bir aileye mensuptur. Soyu,
baba tarafından Sadrazam Abdullah Nâilî Paşa’ya, anne tarafından ise
Şeyhülislâm Âşir Efendi’ye ulaşmaktadır. Dedesi Vak’anüvis Halil Nûri Bey’dir
ve şairdir. Babası Mehmed Nebîl Bey’dir ve şairdir. İstanbul… Şiir şehir, onun
ruhunu besleyen bir beldedir, o beldedir. Hele Yakacık semtinin onun hayatında
özel bir yeri vardır. Şeref Hanım, Kâdirî olmakla birlikte Yenikapı
Mevlevîhânesi şeyhi Osman Selâhaddin Dede’ye bağlıdır. Vefatından sonra
Yenikapı Mevlevîhânesi’nde Muhibler Kabristanı’na defnedilmiştir.
Şiir
onun hayatının merkezindedir. Tabiri caiz ise onun gönül eğlencesi mısralardır,
beyitlerdir, gazellerdir. Bundandır ki Şeref Hanım “Söyleyip serd-i mihnetle nice tâze gazel/ Şeref eş’âr-ı perîşânımla
eğlenirim” der. Mutluluklarını da hüzünlerini de şiirle dile getiren şair,
sevgiliye dair söylemleri de hayli derindir “Ey
sevgili! Bayram geçti diye tebriğimi ne olur red eyleme. Çünkü Şeref’in bayramı
seni gördüğü andır” der. Çünkü vuslat deminde de şair sevgilinin karşısında
kendi kendisine yabancılaşır ve farklı bir ruh haline bürünür. Şiir, Şeref Hanım
için kalbin doğurduğu bir çocuktur. Âlemde bıraktığı bir evladı olmasa da ona
göre kaleme almış olduğu şiirler onun evlatları gibidir ve bu evlatlar onun adını
haşre dek yaşatacaklardır. İşte bu duyguyu divanında şöyle terennüm eder: Ben ölürsem Şeref âlemde / Zâhiren yok ise
de evladım / her gazel bir veled-i kalbimdir / Haşre dek yine gûm olmaz adım. Yaşadığı
devirde şan, şöhret sahibi olan nice kadınların adı unutulmuşken Ey Şerefli
Hanım… Sen hâla yaşıyorsun gönüllerimizde. Mumyalanmış şiirlerin, yeniden
canlanıyor dudaklarımızda. Pinhan olsa da siyah topraklar içerisinde o münevver
bedenin. Hep hatırımızda kalacak o latif şiirlerin.
Sen
tavazuyla bir asır öteden şiir yazmanın bir cesaret işi olduğunu söyledin.
Sonra kızıp haykırdın öz nefsine “Şerefâ sencileyin bî-mâye/ Ne cesaretle alır
şi’ri dile / Senin eş’ar-ı perişanından / Yegdir Âşık Ömer’in nazmı bile” Ey Şerefli
Hanım! Senin “eş’âr-ı perîşânım” dediğin şiirlerin baş üzere yeri vardır. Âh
Şeref Hanım. Şimdilerde yazılan şiirleri okuyuverseydin kim bilir neler
söylerdin. Erbâb-ı teşaürün çoğalıp şairin azaldığı vakitlere gelseydin. Şairin
ancak adının kaldığını söyler, vaktiyle ne kadar tevazu dolu tümceler kurduğunu
anlardın.
Sen
derdin ki “Mey âteştir, meclis âteş,
şarap ateştir, yârin yanağı ateş. Bu sebeple gönüldeki aşktandır ki daim
yanmaktadır âteş.” Ey Şeref! Sen bu gönül ateşiyle güzellikleri vasf
eyledikçe şiir yazan kalemin âteşler saçsa yeridir.
Temennimiz oldur ki
vakt-ı hazırda da Şeref Hanım gibi âteşpâre zekaya sahip nice şaireler peyda
ola. Hem okuya hem yaza.