Gazali akla karşı mıydı?
Anlaşılan o ki İmam Gazali’nin
yaşadığı en büyük kriz ”şüphe” kriziydi.
Bu krizi aşmak uzun sürmese de kolay olmadığını kendisi itiraf ediyor:
20 yaşımdan önceki buluğ çağıma yakın bir zamandan beri hep bu derin
deniz dalgaları ile mücadele ediyorum…
Ebu Talip El-Mekki, Haris Muhasibi,
Cüneyd-i Bağdadi, Beyazıd-i Bistami gibi tasavvuf öncülerinin eser ve sözlerini
okuyan İmam Gazali meselenin bilmekle bitmediğini, bilakis asıl sorunun çözümü
için “yaşamanın” gerekli olduğunu
söyler. (el-Munkız, 100-102).
On yıllık bir inziva ve akabinde iki
aylık “safsata krizi” dediği süreç
sonunda kendine gelen İmam Gazali’nin tasavvufa yönelmeden önce şüphelerini
gidermek için başka arayışlara girdiği de biliniyor. Başvurduğu yöntemlerden
aldığı sonuçlara göre bir karara varmak isteyen Gazali önce:
‘Gelenek bize hakikatin bilgisini veriyor mu?’ sorusuna cevap aradı.
Gazali el-Munkız’da (s.8-13) bu
soruya mealen, insanlar çeşitli dinlere,
aynı dinde olanların farklı mezheplere ayrıldıktan sonra herkesin kurtulan
fırkanın kendileri olduğunu düşündüğünü ve bunun hakikati temsil etmediğini
söyleyerek cevaplıyor:
Hakikatle çelişmese de taklit
olmasından dolayı bu tür bilgilerden kesin bilgi elde edilemez. Çünkü taklit
insanların doğduğu aile, çevre, kültür ile varlık kazanır. Bundan da hakikatin
çıkması beklenemez çünkü şüphe barındıran ilimden hakikat elde edilemez.
Sonra hakikate ulaşmak için duyuları
sorgular Gazali:
Duyularımız kesin bilgi elde etmemiz için yeterli midir?
Önce duyuların bilgi verip vermediği
konusuna yoğunlaşan Gazali r. duyuların kesin bilgi verme konusunda yeterli
gelemeyeceğini kabul ederek, beş duyu organımızın aşamadığı duyular dünyası ile
sınırlı olması onun kesin bilgi vermede yetersiz kaldığına inandığını itiraf
eder. Çünkü duyularımızın en sağlamı olan ve “yıldızları bir dinar büyüklüğünde gören göz” aynı zamanda
yanındaki “gölgeyi de duruyor sanması”
gözün yetersizliğini ortaya koyuyor, der (el-Munkız, s.14-16).
Öyleyse duyulara bir sınır çekmek, hem aklın zaruri ve nazari bilgilerini
hem mütevatir haberi duyu dışında bir bilgi kaynağı olarak kabul etmek
demektir, der
Gazali, (el-Müstasfa, C. I, s.132-133).
İmam Gazali bu aşamalardan sonra aklı
sorgular;
Aklın sınırı neresidir? Aklın sınırının ötesi neresidir ve kendi alanında
bilgi verebilen akıl alanının ötesinde de bilgi verebilir mi?
Bu sorulara özetle İmam Gazali, aklın
sınırı vardır, ötesi nübüvvet ile bilinebilir, der. Böylece kesin bilgi elde etmede
aklın da yeterli gelemeyeceğini söyler.
Bu izahlardan da anlaşılacağı gibi
İmam Gazali farklı krizler yaşamış ve kesin bilgi için yeni arayışlara
girişmiştir. Masum İmam konusunda da aradığını bulamayan İmam Gazali son olarak
kesin bilginin kaynağını bulur:
Nübüvvet!
Gazali bu konuyu uzun uzadıya anlattıktan
sonra (el-Munkız, 100-133) mealen ve özetle;
Sufilerin yolunu takip etmek suretiyle arınma ve ahlaklanmanın meydana
geleceğini, bunun sonucunda da insanların melekût âlemini müşahede edebileceğini
düşünür. Gazali, bu nurlanmanın kaynağı olarak da nübüvveti gösterir.
İnsanın idraki; Allah’ın seçtiği, insanları doğruya, en doğruya
ulaştırması için görevlendirdiği (nübüvvet) ve nebiye gönderdiği “nur” ile
anlam kazanır. Yanlışı barındırmayan bu yanılmaz bilgi ile bir yol belirlenir.
Akıl burada terk edilmez; akıl duyuları besler ve akıl ile duyular nebevi nurun
izinde yürür. Bu nurlarla müşahede edilir. İlahi ikram/keramet, keşf de
Allah’ın görevlendirmesi olan Nübüvvet ile değer kazanır çünkü nübüvvet kesin
bilgi elde etmeye vesiledir.
İmam Gazali, bu arayışında tasavvufu,
-nübüvvetin izinde olmasından dolayı- “sığınak”
olarak görür ve nebevi bilgilerin ışığında hakikatin bilgisini burada bulmak
mümkündür, der.
…
Haftaya devam ederiz, İnşaAllah.