'Gaybı Bilmek, Allah'a Mahsustur!..'
Gayb;
akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen bilgiler ve hususlardır. Tarih boyunca İnsanoğlu,
hep gaybı öğrenmek istemiştir. Bu arzu; fal, burçlar, kehanet, cinler ve
benzeri işlerle uğraşan kişileri, birtakım câhil ve bilgisiz insanlar için câzip
hâle getirmiştir. Öte yandan bazı insanlar da; üstün özellikler taşıdığını
varsaydıkları birtakım kimselerin, gayb konusunda bilgi sahibi olduklarına inanmışlardır.
İşin
enteresan tarafı da şu ki; pozitif bilimi, hayatın merkezine koyan modern
anlayış sahiplari, elleriyle tutup gözleriyle görmedikleri herşeyi reddetmeyi ilke
edindikleri halde, ‘fizikötesiyle irtibat kurma ilmi’ olduğuna inandıkları astroloji
ile ilgilenmeyi hiçbir zaman ihmal etmemişlerdir.
Gayb; nisbî
(göreceli) ve mutlak (kayıtsız) olmak üzere iki çeşittir: Nisbî yani göreceli
gayb şudur ki: Bazı kişiler için gayb olan bazı hususlar, başka kimseler için
gayb değildir. Mesela; bir zamanda veya bir mekânda bilinemeyen pek çok şey
vardır ki, başka bir zaman veya mekânda bilinebilir. Yahut aynı zaman ve
mekânda olan insanlardan bazıları bildiği halde, diğerlerine gizli kalan
hususlar vardır. Mesela, yanımızda oturan bir kişinin cebinde kaç para olduğunu
bilemediğimiz halde, o kişi bunu bilir. Yine duyup haberdar olmadığımız dolayısıyla
bizim için gayb hükmünde olan bir hâdise, ona tanıklık eden kişiler için gayb değildir.
İşte bu ve benzeri şeyler mutlak değil, nisbî yani göreceli gayba girer.
Mutlak
yani
kayıtsız gayb ise; sadece ve sadece Allahü
Teâlânın ilminde olan ve O’nun tarafından bildirilmediği takdirde hiçbir
şekilde bilinemeyen hususlardır. Ancak mutlak gayb da iki çeşittir: 1) -Kıyametin kopma zamanı gibi- sadece
ve sadece Allahü Teâlânın bildiği ve peygamberlere dahi bildirmediği bilgilerdir.
Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar.
De ki: Onun bilgisi Allah katındadır.” (Araf 187)İmanı, İslamı ve
İhsanı konu alan meşhur hadis-i şerifte: Cebrâil aleyhisselam, Efendimiz
sallallahü aleyhi ve selleme: “Şimdi de bana Kıyâmetten haber ver, (diyor.
Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam, bu konuda:) sorulan kişi, sorandan
daha bilgili değildir, (cevabını veriyor.) (Buhari)
2) Allahü
Teâlânın sadece Peygamberlerine vahiy yoluyla bildirdiği bilgilerdir. Buna
birkaç misal: Allahu Teâlâ bildirmedikçe; Yakub Aleyhisselam’ın oğlu Hazret-i Yusuf’un
Mısır’da olduğunu bilememesi. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “(Yakub
aleyhisselam:) Doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum. Sakın bana bunadı
demeyin!” dedi.” (Yusuf 94)
Süleyman
Aleyhisselam; cinlere ve rüzgarlara hükmedebildiği halde hüdhüd kuşunun; ‘Senin
bilmediğin bir şeyi öğrendim,’ demesi. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Derken
çok geçmeden (hüdhüd) gelip dedi ki: “Ben senin bilmediğin (bir
hakikat)i öğrendim ve sana (Yemen’deki) Sebe (kavmin)den
doğruluğu kesin bir haber getirdim.” (Neml 22)
İbrahim Aleyhisselam’ın Lut kavmi için gönderilen
ziyaretçilerin melek olduğunu bilmemesi ve onlar için buzağı kesmesi. Âyet-i
kerimede buyuruldu ki: “(Fakat İbrahim,) ellerinin ona (yemeğe)
uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve onlardan yana içine bir korku düştü.
Onlar: ‘Korkma, biz (meleğiz) Lût kavmine gönderildik, dediler.”
(Hud 70)
Nuh
Aleyhisselam’ın; ben gaybı da bilmem, demesi. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Ben
size: ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır,’ demiyorum. Ben gaybı da
bilmem. Doğrusu ben bir meleğim de, demiyorum. Gözlerinizin hor gördüğü (mü’min)
kimseler için: ‘Allah onlara asla bir hayır vermeyecek,’ de diyemem. Allah
onların içlerinde olan şeyleri çok iyi bilir. (Eğer onları, siz iman
edeceksiniz diye kovarsam) o takdirde ben mutlaka zâlimlerden olurum.” (Hud
31)
Rabbimiz celle celalüh, Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selleme ise, şöyle buyuruyor: “De ki: Ben, Allah’ın dilemesi dışında kendime ne bir fayda ne de bir zarar verme (gücüne) sahibim. Eğer ben gaybı bilseydim elbet daha çok hayır yapmak isterdim ve bana kötülük de dokunmazdı. Ben, ancak inanan bir kavme, bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (Araf 88)
(Devamı haftaya…)