"Gaybı Bilmek, Allah'a Mahsustur-2"
Kuran-ı
kerimde elliden fazla yerde, Allahü Teâlâ’dan başka hiç kimsenin gaybı bilemeyeceği
çok açık bir şekilde ifade buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimelerden birkaçı mealen
şöyledir:
“Gaybı
bilmek, Allah’a mahsustur.” (Yunus 20)
“Göklerin
ve yerin gaybı, Allah’a aittir.” (Hud 123)
“Göklerin
ve yerin gaybı, Allah’a aittir.” (Nahl 77)
“De ki:
Göklerde ve yerde gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.” (Neml 65)
“Gaybın
anahtarları, Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez.” (Enam 59)
“Allah’ın, gaybları en iyi bilen olduğunu hâlâ
anlamadılar mı?” (Tevbe 78)
“Cinler
gaybı bilselerdi, zelil edici azap içinde kalmazlardı.” (Sebe 14)
“De ki:
Ben size, ‘Allah’ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem.” (Enam 50)
“(Nuh
aleyhisselam dedi ki:) Gaybı da bilmem!” (Hud 31)
Daha önce de
ifade ettiğimiz gibi gayb; akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen bilgiler ve
hususlardır. Dolayısıyla hâmile bir kadına bakarak sadece akıl ve duyularla bu
kadının bebeğinin erkek mi kız mı olduğunu bilmek gayptır ve bilinemez,
biliyorun diyen yalan söyler. Fakat ultrason veya başka cihaz ve tekniklerle
bilmek gaybı bilmek değil, gördüğünü bilmektir. Hakeza ne zaman yağmur
yağacağını bilmek de gayptır ve bilinemez, ancak meteorolojik yöntem ve
tekniklerle bunu görüp söylemek gayp değil, anlaşılan bir durumu bildirmektir. Yine
çıplak gözle görülemeyecek uzaklıktaki bir varlığı dürbünle bakıp görmek, gaybı
bilmek değidir. Aynı şekilde görmediğimiz ve dolayısıyla bizim için gayb olan
bir memlekti, bizzat gidip görmenin de gaybı ile bir ilgisi yoktur.
Cinler de
asla gaybı bilmezler. Onlar ancak gördükler şeyleri haber verebilirler. Dolayısıyla
cinlerle irtibatlı olduğunu iddia eden kişilerin söylediklerinin bir kısmı dahi
doğru ise, cinnin bizzat gördüğü şeydir, görmediğini ise asla bilemez. Binaenaleyh
ister insan ister cin olsun kimse gaybı bilecek bir donanıma sahip değildir. Çünkü
gayb âleminin anahtarları Rabbimizin yanındadır.
Bütün bu
delillerden anladık ki; hiç kimse kendi şahsî ve beşerî donanımıyla gaybı asla bilemez.
Peki, Sevgili Peygamberimiz hazret-i Muhammed’in gayb âlemiyle; özellikle de
âhir zaman ve kıyamet alametleriyle alakalı haber verdiği ve çoğunu bildiğimiz
bunca haberler nedir. El-cevap: Bütün bunlar, Allâmu’l-guyûb olan Rabbimiz bildirmesiyle
yani vahiy iledir. “Onun size söyledikleri, kendisine vahyedilen vahiyden
başkası değildir.” (Necim 4)
Allahü Teâlâ’nın
gaybı, sadece peygamberlerine bildirebileceği ile alakalı mealen şöyle
buyurulmaktadır: “O, bütün gaybı bilir. Gaybına kimseyi muttali kılmaz;
Ancak razı olduğu Peygamber müstesna (Onlara bildirir).” (Cin 26-27)
“Allah,
size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini
seçer (gayptan onları haberdar eder). O halde Allah’a ve
peygamberlerine inanın.” (Al-i İmran 179)
“Bunlar, gayb
haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz.” (Al-i İmran 44)
“Bu, Sana
vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.” (Yusuf Suresi 102)
Bu durumda
peygamberler; gaybı bilen kişiler olmayıp gaybdan haber alan kişilerdir. Yani bu
seçkin zatlar; kendilerine bildirileni bilirler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Bir gün
Efendimiz aleyhisselamın devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip; ‘hani
göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile
bilmiyor,’ dediler. Münafıkların bu sözü, Efendimiz aleyhisselama ulaşınca; “vallahi
Ben, ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin
nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir,” buyurdu. Tarif
edilen yere gidildi ve deve bir ağaca bağlı olarak bulundu.” (Siretu
İbni Hişam)
Bütün
bunlar; Allah sübhânehü ve teâla bildirmedikçe, hiç kimsenin gaybı
bilemeyeceğini ortaya koyuyor. Buna göre gaybı bildiğini söylemek ve gaybı
bildiğini söyleyen kimseyi tasdik etmek çok tehlikelidir. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
“Falcının,
büyücünün veya başka birinin gaybdan verdiği haberlere inanan, Kur’an-ı kerime
inanmamış olur.” (Taberani)
“Kim de bir kâhine gider ve onun sözlerini tasdik ederse, Muhammed’e indirileni inkâr etmiş olur!” (Ebu Davud)