Gavur Türkü Nasıl Sever?
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın külleri üzerinden doğdu. Lakin doğum oldukça sancılı oldu. Yemeye ekmeği olmayan Anadolu köylüsü, kadınıyla erkeğiyle sırtında normal şartlar altında sırtlanamayacağı ağırlıktaki topları taşıyarak gavura karşı büyük bir mücadele verdi. Köylüsü, kentlisi, zengini fakiri, topyekûn bir millet, Anadolu coğrafyasına sıkıştırılmış varlığını ebediyete kadar garanti altına almak için canını dişine taktı, savaştı. Kurtuluş Mücadelesi gerçekten de bu milletin destansı varoluş hikayesinin 20.yy’daki en büyük nişanesidir.
Osmanlı’nın külleri üzerinden doğan genç cumhuriyet,
kendisini dünyaya getiren şartlar altında redd-i miras yaparak geçmişinden
getirdiği çok şeyi inkâr etti ve yönünü batıya çevirdi. Emperyalist batılılara
karşı canhıraş mücadele veren milletin değerleri hiçe sayılarak dinde, dilde,
giyimde, hukukta batının çürümüş, kokuşmuş ne kadar artığı varsa kabul edildi.
Yani gavura karşı varlık mücadelesi veren bir millet, batılılara benzetilmek
için tarihte eşine az rastlanır bir kültürel şoka tabi tutuldu. Bir milletin
başına gelebilecek en büyük kötülük, başına ne geldiğini bilmemesidir. Şimdiki
nesiller resmi tarihin masallarıyla uyutuladursun, elbet gerçekler bir gün ortaya
çıkacaktır. Ancak iş işten geçmiş olur mu bilinmez.
Kurtuluş mücadelesinde topraklarımızdan kovduğumuz, sözüm ona
denize döktüğümüz gavurlar şimdilerde bir araya gelip Akdeniz’de çakal sürüsü
gibi üzerimize çullanmaya çalışıyorlar. Türkiye’yi Akdeniz üzerindeki meşru
haklarından, siyasi, askeri ve psikolojik baskı yaparak vazgeçirmeye çalışıyorlar.
Yunanistan’ı, Fransa’sı, İngiliz’i aynı kurtuluş yıllarındaki gibi tek millet
olarak yeni bir haçlı seferi başlatmanın heyecanı içindeler. Peki bugüne kadar
neden sesleri çıkmıyordu?
Bugüne kadar sesleri çıkmıyordu, çünkü Türkiye her gelene
ağam-paşam çekiyor, batılı müttefiklerine eyvallah ediyor, maraza çıkarmıyor,
kendisi için reva görülen uslu çocuk rolünü layıkıyla oynuyordu. Türkiye, NATO,
AB, BM ve benzeri oluşumlar tarafından kendisi için tanımlanan sınırlar içinde
mahallenin efendi delikanlısı gibi bir elinde şemsiye, bir elinde beyaz mendil
sağa sola gülücük dağıtırken, elbette batılı müttefiklerimiz seslerini
çıkarmayacaklardı. Mahallenin yakası mendilli, boynu papyonlu narin oğlu,
kafasını kaldırıp etrafında ne olup bittiği ile ilgilenmeye başlayınca doğrusu
biraz da kılık değiştirerek ayaklarına Çerkez çizmesini, başına Osmanlı fesini,
sırtına Türk yeleğini, bileğine ve yüreğine de mahalleyi mahalle yapan
değerleri yüklenince gavur otomatikman tavır değişikliğine gitti.
Bugün, Türkiye Akdeniz’de enerji aramaktan vazgeçsin, sondaj
gemilerini geri çeksin, o esip gürleyen ülkeler anında pamuk gibi olurlar.
Hatta Avrupa Birliği gayr-i samimi de olsa, “gelin müzakerelere yeniden
başlayalım” filan der. Yunanistan dostluk mesajları yayınlar, Fransa hiç
beklenmedik şekilde Türkiye ile ilişkilerini iyileştirmenin yollarını arar. AB
ise yetkili kurum ve kuruluşlarıyla yeniden pozitif mesajlar yayınlayıp Türkiye’ye
mavi boncuk dağıtmaya başlar. Hatta Moody’s gibi kredi derecelendirme
kuruluşları Türkiye’nin notunu negatiften pozitife çevirmeye kalkar. Hiç
şüpheniz olmasın.
İnsanı en çok üzen ise dışarıdaki gavurun ekmeğine yağ
sürecek açıklamalarıyla artık Müslüman ve Türk olmadıklarına inandığımız yerli
hainlerin tarafgir tutumlarıdır. Adeta Fransız’ın, Yunan’ın menfaatleri için
içeride propaganda yapan bu yerli gavurlar öylesine iki yüzlüler ki, kuyrukları
biraz sıkışsa Atatürkçülük maskesinin altına sığınıveriyorlar. Mesela CHP’de
bunlardan bolca var. “Atatürk olmasaydı Yunan sizin babanız, dedeniz olurdu”
diyecek kadar haysiyetsizleşen azılı Kemalistler, bugünlerde duyuyoruz ki
Türkiye’nin Akdeniz’de doğalgaz ve petrol aramasından rahatsızlık duyuyorlar.
Çünkü bunlar yabancı dostlarının üzülmesini istemiyorlar. Türk milletinin bu
topraklardaki rahatı, huzuru ve ikbali ise umurlarında değil! Dışarıda “Türkiye
içine kapansın” lobisinin içerideki borazancıları da koro halinde aynı nakaratı
tekrarlıyorlar: “Türkiye Akdeniz’den çekilsin!”, “Yurtta sulh cihanda sulh”
ilkesi acziyet, korkaklık ve hakkını arayamama zavallılığı ile eşdeğer
tutuluyor. Bunlar iflah olmazlar. Bunlardan Türkiye’nin ve Türk milletinin
lehine bir iş sadır olmaz. Pompeo’ya, Miçotakis’e, Macron’a şirin gözükmeye
çalışan Kemal’ler, Canan’lar, Selin’ler yarın Anadolu’nun herhangi bir yerinde Mehmet’lerden,
Ayşe’lerden Fatma’lardan hangi yüzle oy isteyecekler, çok merak ediyoruz!
Maskeniz düştü beyler! Artık vatan olarak kendinize ABD’yi
mi, Yunanistan’ı mı, Fransa’yı mı layık görüyorsanız gidin oraya yerleşin.
Türkiye’de havlamaktansa tasmalarınızı elinde tutan sahiplerinizin
malikanelerinden havlamanız daha evla olacaktır! Mesela Macron’un kankası Can
Dündar öyle yapıyor!