Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Ağustos 2016

Gavur icadı

Bir abimiz "Benim televizyonum Tayyip'ten başkasını çekmez" deyince bi' ara...Rahmetli dedemin radyosundan Demirel'i "seyrederken" önünden geçtiğimizde bize ters bakmalarını hatırlayıp gülümsedim. Onun radyosu sadece Demirel'i çekerdi. İlginçtir; aynı dedem yıllarca o radyoyu gavur icadı diyerek satın aldırmamakla ünlüydü. Hatta malum icat önce babam tarafından evimize, girişte sağda, zula sayılabilecek bir odada, kanepe altında akşam erkenden uyuyan dedemin ardından uyandırılırdı.

O uyuduktan sonra aynı radyo babamın elindeyken, dedemden gizli, hep Erbakan rahmetliyi çekiyordu.

Bu nedenle zamanında kaleme aldığım Hece Öykü'de yayınlanmış öyküyle baş başa bırakmak istiyorum sizi. Yaşanan ağır günlerden sonra bir parça keyiflenmeniz arzusuyla...

GAVUR İCADI

Bir akşam evin reisinin koltuğu altında, kapı açıldığında çok fazla göze çarpmayacak şekilde bir parça arkada tutularak bu mekana besmelesiz girivermişti. Konuşulduğuna göre bir "şeytan" ve elbette bir "gavur icadı " olaraku2026

O bir kahvehane radyosu olsaydı; içeri giren ilk kişiden sonuncuya kadar bütün adamlar onun yanına oturur, sandalyelerini yakına çeker, önünde saygıyla durur-belki de ona öyle geliyordu ki özellikle devlet adamı olduğunda kesin öyleydi- dikkatle onu dinlerlerdi. O kah başköşede sahne alan bir sanatçı, kah başkentten hükmeden bir devlet adamı, kah bir gezgin, kah bir bilgin olurdu. En çok bir sanatcı olduğunda ilgi göreceğini biliyordu. O zaman gözler kararıyor, kısılıyor, insanlar birbirlerine ömürlerinde söylemedikleri edebi laflar sarf ediyorlardı. Ah çekenler de oluyordu. Hele Zeki Müren olduğunda-ki o her şey olabilirdi- o gürültü birden donuyor, büyük bir sessizlik içinde dinleniyordu. Öksürene ters bakılıyor, konuşana ise basbayağı kızılıyordu. Görülmeyeni en güzel yanıyla sunabilme maharetine sahipti. Hayale bu kadar izin vermek her makinenin harcı olmasa gerekti. Sonraları "torunları" olacak ekranlar her şeyi ayan beyan gösterecek, olanı biteni boyayıp bir kalıba dökecek ve nesle "hayalleriniz gerçek oldu! diye basınırken, büsbütün hayal talanı olan bir istila gerçekleştireceklerse de, daha o günlere çok vardı.

O bir ev radyosuydu. İki koca düğmesinin ortasında sarı petekli bir yüzü vardı. Şapkası mat siyahtı. Dalga dalga bin bir çeşit sesi vardı.

Nerdeyse bir ayı bu odada gündüzleri divan altı, geceleri sehpada vatani görevini tamamladı. Sonra bir akşam, dedem "Gecenin bu vaktinde o gürültü ne?" dediğinde olan oldu.

Ertesi günlerde nihayet olması gereken yerdeydi. Salonda; büyük masanın tam üstünde. Hacı Ömer ayası geniş elleriyle ona dokunduğunda onun abdestini bozmayacağına söz veriyordu. İstediği her an ona Demirel olacağınau2026Onu yalandan da olsa mutlu bir köylü gibi hissettireceğineu2026Sanat müziği de neymiş, ona en yanık türküler dizeceğineu2026

Hem zaten geniş göğsünde herkese uygun sesler barındırmasıydı misyonu. Yeter ki kulağını burkmayı bilsindi insanlar. Çocukları arkası yarınla yarınlara bağlar, bıyıklara yarın bir gün işte-sokakta konuşacak malzeme vermek üzere pür dikkat haber dinletir, hanımlara iş yaparken çenesiyle yarenlik yapardı.

Tamam da gittikçe tek bir şeye dönüşüyordu bu evde. Bir sabah Hacı Ömer'e yine Demirel olduğunda, Hacı Ömer'in kendisiyle arasına giren torunlarından birine " Çekil!" diye bağırıvermesiyle başlayan ve yaşlı çocuğun nazını çekmeye adanan bu gidişat onu da hayretlere düşürüyordu. Aslen bir "gavur icadı" olduğunu unutmuş gitmişti artık. Bir dini olduğu bile söylenebilirdi. Nedense gittikçe şişmanlıyor, kilosu masayı kaplayan mekanik bir göbeğe dönüşüyordu. Sürekli "Benim işçim, benim köylüm" tekrarına düşüyorken bir gün bir de ne desin? "Benim Hacı ömer'im! Benim ünivessitelim!"