Gaflet nöbeti
Öyle kırmızı kokar ki hasret
Yılları toplasan bir güle sığmaz.
(Hüseyin Akın-Heves)
“O, orada duruyor.” Nerede? “Duvarın hemen ötesinde.” Hangi duvarın? “Gönlümüzle gözümüze ördüğümüz duvarın. Hasret böyle başlıyor.
O orada, beklemekten yorulmuş kitaplar gibi, onarılmayı dileyen saatler gibi, seslenilmeyi özleyen sevgililer gibi duruyor. Anlaşılmayı hak eden bir mısra, açılmayı temenni eden bir defter, sadırlara karışıp erimek isteyen bir dert, bestesi yarım bırakılmış bir güfte…
Zambak bulunmadan kurusun, dilek tutulamadan kaysın yıldız, selam hançerede boğulsun, keşfedilemeden solsun mânâ, öğrenilmeden bilgi. Eylemle buluşamayan niyet küstürülsün, dua ertelensin, madde boyutunda takılı kalsın nazar. Sadece bilmek güzel gelsin, yetsin bize… Yeter ki rahatımız bozulmasın!
Marketteydim. Kolu çarptı, bisküvi paketini düşürdü yere hanımefendi. Gördüm, gördü gördüğümü. Eğilip almadı. Hiç mahcup olmadı. Yanından geçen gençler de gördü, durmadı. Göz göze geldik, birbirlerine şaka yollu yaptıkları sövgüler dudaklarında mahcup olmadı. Anlatmamak, duyurmamak, çoğaltmamak en güzeli diyoruz ama ritmini yitiriyor böyle de âdâb-ı muâşeret; kâinat yalnızlaşıyor bu çiğ, hodgâm insan kalabalığının arasında. Farkında olmadan değişiyor, bencilleşiyoruz baka göre, küstürüyoruz tabiatı bile. Karşılaşıp tanıştığımız herkesle, bilhassa gençlerle konuşmamız gerektiğini düşünüyorum edepten, edebiyattan, anlamlı şeylerden. Kendimizle de. Ne verebilirsek, verdiğimizi düşünürken ne alabilirsek kendimize… Selâm verdiğimiz herkese karşı artık bir sorumluluğumuz olduğunu söylemişti seneler önce bana dostum ve yayıncım Emel Demirezen; kalp hasar görüp geri çekilmek isteyinceye kadar… Hoş, kendinizi çekme ihtiyacı duyduğunuz hiç kimse de kendini sorgulamayacak, içsel bir muhasebeye girmeyecek, her zaman yaptığı gibi hatayı muhatabında arayacaktır. O fasıldan sonra yapılan ve yaşananlar da yoğun bir vefasızlıkla unutulacaktır vefa fısıldayan dudaklarda fakat en kötü zannedilen tecrübelerden bile daima bir şeyler kalacaktır insana… Aksiyon ve gayret, bu sebeple…
“Bir Yazarın Notları”nda Nuri Pakdil, “büzüldü, buruştu, kurudu içi insanın, bir şeysizlikten. Temelle bağlantımız yok da ondan bu.” diyor. (sf. 62) Biz bu bir şeyi düşünürken yeniden dönme lüzumu duyuyoruz kitabın 53. sayfasındaki ilk paragrafa;
“Gece, insan yolda giderken, Tanrı’yı usuna getirmeden edemez sanıyorum. İnsan, gece yorulmadan yürüse, yürüse, yürüse Tanrı’yı bulur. Bir yürümemiz kalıyor O’nu bulmak için. Tanrı’sız ne eder, nasıl geçirir bir gecesini insan? İnsan O’na bağlanmadan nasıl bulabilir sabahı? Tanrı olmasa kim kurtaracak geceye düşeni?”
Merhumun bu yaklaşımı içinde bulunduğumuz yoksulluğu izah eden en güzel cümlelerden… Allah’ın adaletini, hakkı, hukuku, mâneviyatı, duayı, en çok da sonsuz âlemin varlığını unutarak, gecesine düşmek dünyanın; ardına Rabbini almayan bir duruşla, sahipsiz düşmek dünyanın gecesine… İnsandan ve sorumluluklarımızdan kopmamız da, su içinde susuz kalmamız da, hasret duymamız da Allah’ı özümüzde yitirmekle başlıyor.
Hüseyin Akın mısralarıyla merhaba dedik bu yazıya. “Yan Tesir” indeki “Tevatür” şiirinden birkaç mısra ile bekleyip içimizde, öyle tamamlayalım;
“Kalmamış hiç soran dedim kendime
Hatırını buğdayın ve de ekmeğin
İçimde kaybolmuş bir çocuk sesi
Uyuyup duruyor akşama değin
Yok akşamdan başka kimi kimsesi.”
Selam ile
Nuray Alper