G20 ÖNCESİ NOTLAR
2008 Krizi sonrasında dünya farklı bir sürece girdi. Krizin ardından dev şirketlerin iflas ettiğini işitiyorduk. 2011 yılına gelindiğinde ise artık ülkelerin iflas haberleri gelmeye başlamıştı. Yunanistan, Portekiz, İtalya, İspanya, İzlanda gibi ülkeler adeta ekonomik deprem yaşıyorlardı. 2008 krizi sonrasında gelişmiş ülke ekonomileri problemler yaşarken o sıkıntılı dönemleri Çin'in ve diğer gelişmekte olan ülkelerin talebi krizin daha kötüye gitmesini engellediğini söyleyebiliriz.
Kriz sonrasında gelişmiş ülkelerin ekonomileri problem yaşarken günümüzde ise artık gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde problemler yaşandığını görüyoruz. Artık gelişmekte olan ülkeler kendi iç sorunlarıyla uğraşmaya başladığı bir dönemde yaşıyoruz. Küresel bir talep daralması yaşandığını görebiliyoruz. Bu talep daralması, Çin'de büyüme oranlarını çift haneden tek haneli oranlara düşürdüğünü söyleyebiliriz. Ancak dünya genelinde Çin'de yaşanan bu büyüme oranlarına pek güven olmadığı ile ilgili düşünceler oluşmaya başladı. Şeffaf olmadığı için büyümenin %6'larda değil de %3-4'lerde olduğu ile ilgili rivayetler hızla yayılıyor.
Son dönemde yaşanan küresel ekonomik daralma elbette Türkiye ekonomisini de etkilemektedir. Bu etkiyi büyüme oranlarımızda ve ihracat miktarımızda net bir şekilde izleyebiliyoruz. Petrol fiyatları yaşanan bu talep daralması ile düşerken Türkiye'nin bundan olumlu etkilendiği söylenebilir.
Küresel daralmayı incelediğimiz zaman karşımıza yüksek borçluluk, düşük kamu yatırımları, kredi kanallarındaki yavaşlama, yavaşlayan inovasyon kapasitesi, azalan ve yaşlanan dünya nüfusu, bankacılık ve sermaye düzenlemelerindeki yetersizlik ve politik belirsizlikler çıkıyor.
Bu doğrultuda baktığımız zaman akla gelen soru şu; G20 ne iş yapıyor? G20 toplantılarında alınan kararlar uygulanıyor mu? Uygulanıyorsa ne kadarı uygulanıyor?
14-15 Kasım'da Antalya'da gerçekleşecek olan G20 liderler toplantısında bu problemlerin ele alınarak çözüme kavuşturulması beklenmektedir. Ancak şunu belirtmekte de fayda var ki, ülkelerin ekonomik problemleri aynı değildir. Her ülkenin sosyal ve kültürel farklılıkları olduğundan dolayı ülkelerin ekonomik problemleri kendi içlerinde farklılık göstermektedir. AB ülkeleri arasında yaşanan koordinasyon problemi kriz sonrasında daha belirgin hale gelmiş ve krizin etkilerinin hala devam ettiği söylenmektedir.
Bu yaşanan kürsel problemlerin nedenlerinin başında gelir dağılımı adaletsizliğinin olduğunu söyleyebiliriz. Dünya GSYİH'sının %85'ini, dünya ticaretinin %75'ini G20 ülkeleri (ağırlıklı olarak ABD ve ÇİN) oluştururken gelirin adil dağılımından söz edilemez. Elbette adil gelir dağılımı sadece ülkeler arası değil ülkelerin kendi içlerinde de sağlanması gerekmektedir.
Gelir dağılımı adaleti sağlanmadığı için para politikalarının ne derece etkin olduğu tespit edilememektedir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik çözülmeden maalesef ekonomik, siyasal, terör olayları problemleri çözmek bir hayli zor hatta imkansızdır.
Türkiye için baktığımız zaman geçtiğimiz hafta ülkemizde gerçekleşen genel seçimler ile artık ülkemiz yeniden tek başına iktidar partisi ile yönetilecektir. Önümüzdeki 4 yıllık seçimsiz dönemi iyi değerlendirmeli ve yapısal reformları hızlıca hayata geçirmeliyiz. Bu dönem Türkiye için çok önemli bir fırsattır. Vergi, hukuk, eğitim reformları ülkemizin öncelikleri arasındadır.
Türkiye geçtiğimiz yıl bu zamanlarda 25 başlık altında reform paketleri açıklamıştı. Bunların bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir. Önceki yazılarımda da değindiğim ve resmi gazetede yayınlanan KÜSİ ( Kamu-Üniversite-Sanayi İşbirliği) uygulanmalı ve Türkiye artık bilgi odaklı büyüme modeline, yüksek teknolojili ürünlerin üretimine geçmelidir.