Futbol günleri
Spor; insanların ferdi veya toplu olarak fizikî, ruhî ve düşünme kabiliyetini kendine ve bir rakibine karşı, önceden belirlenmiş bir düzen içinde başarı kazanmaya yönelik ve mücadele heyecanını yaşamak için yaptığı beden hareketlerinin bütününe verilen genel isimdir. Bu yaşımıza kadar başta yürüme olmak üzere düşe kalka geldik. Bundan sonrasında ‘allah kerim’ diyoruz.
Öğrencilik
hayatımızda beden eğitimi derslerinde okul bahçesine çıkarılan iki sünger yatak
ile bir yüksek sandık korkulu rüyamdı. Boy
kısalığımız bir yana zıplama yeteneğimizin olmadığını arkadaşlarımızın önünde
rezil olmak adına atlamalarda başarısızlığımı arkadaşlarımın görmesini
istemezdim. Öğretmenlik hayatımda öğretmeni olmadığından beden eğitimi dersinde
sandıktan atlayamayan öğrenci olacağını düşündüğümden sandık hiçbir zaman
dışarı çıkarılmamıştır.
Ülkemizde
spor denilince akıllara önce futbol, ardından voleybol, basketbol, masa tenisi
gibi dalları gelir. Futbolla yatıp-kalkan
toplumlarda fanatik takım seviciliği neredeyse ‘ölürüm’ e getiriliyor, müsabakalarda
‘ölmeye geldik’ söylemi ile rakip takıma gözdağı verilir. Halkı tarafından
sevildiğinden uzun yıllar başkanlık koltuğunda oturduktan sonra abd nin ‘arap
baharı’ hikâyesi neticesinde acı şekilde öldürülen libya lideri muammer el-kaddafi’nin ‘yeşil kitabı’nda ‘ortada bir top 22 adam peşinde koşuyor binlerce insan onları seyrederek
spor yaptığını sanıyor’ cümlelerini okuduğumu hatırladım.
Fanatikliği
irdeleyecek değilim. Ne yazarsak yazalım tutucuların davranışını değiştirmemiz
imkânsız. Bu işin okumakla yazmakla
tahsil ve terbiye ile ilgisi olmadığının altını çiziyorum. Birçok aşina ismin takım
tutmadaki zafiyetlerini gördükten sonra konuşmanın, yazmanın hatta uyarmanın
faydası olmayacağını düşünüyorum. İsimlerini zikretsem onlara ayıp etmiş, bu
işe gönül vermiş okurlarımıza haksızlık etmiş oluruz.
Benim
futbolla alakam büyüklerimin ‘fenerbahçeli’
olmasıyla başlar. Babamın ‘ptt dağıtıcı’ olması hasebiyle sarı-siyah formalı ptt
futbol takımının maçlarını 19 mayıs stadyumunda seyrederken tezahüratımızı da
ekmeğini yediğimiz kurumun kulübü için yapardık. Yaşıtlarımızla futbol
maçlarını mahalleler arası turnuvaya dönüştürüp işe resmiyet kazandırdığımız
günlerde aktaş yetiştirme yurdu’nun sahasını kullanmak için devletin koruması
altındaki kimsesiz çocuklarla zorunlu kurduğumuz dostlukları delikanlılık
çağlarımızda da sürdürdüğümüz olurdu. Seyircilerin betona oturmamaları için
hurdacıdan kilo ile satın aldığım ses ve
hayat dergilerini ‘hem otur hem oku!’ diyerek, hava
yağmurlu ise ulus modern çarşı’dan ince naylon torbaları ıslanmadan maç
seyretmeleri için satardım. Erzincan kemaliyeli komşumuzun kıştan kalan bir
torba ‘dut kurusu’ nu zabıtalarla
kovalamaca sonunda nakde çevirdiğim olmuştur. O yıllarda maç bitimine 15 dakika
kala stadyum kapıları açılır ‘bedavacılar’
son dakika gollerini seyrederdik.
Ankaragücü
delikanlılığımızın takımıdır. Amigo safa’nın
‘haydi bastır’ ve ‘yallah tazyik’ sözlerine ‘gururluyuz güçlüyüz, ankaragüçlüyüz’
sloganı eklenmişti. İslâmî hayat tarzımızın netleşmesiyle takım tutma vb.
İşlerden uzaklaşıp düşünce planında hayatımıza çeki düzen verdiğimiz yıllarda futbol
maçlarından uzak kaldığımı söyleyebilirim.
Arkadaşlar
arasında ve maç sonrası yapılan kriterler, konuşmalar masal gibi geldiğinden
kendilerini otorite olarak gören insanları dinlemedim. Maç bitmiş, hakem
düdüğünü çalıp skoru belirlemiş, ancak tutulan takımın oyuncularının maçtaki
eksikliği üzerine saatlerce konuşulmasına anlam vermediğimi bir kere daha ifade
etmek istiyorum.
Ailede
ayrı takımları seven veya farklı takıma gönül vermiş kardeşlerin, akrabaların
veya can ciğer arkadaşların takımları karşılaştığında ayrı bölümlere
oturduklarında rakip oluyor ve biri diğerine, diğer, de birine galiz sözlerle
hakaret ediyorlar. Buna da anlam veremiyorum. Kardeşine nasıl hakaretamiz
ifadeler kullanırlar doğrusu cevap veremediğim bir konu olduğundan başka
yazımızda devam etmek üzere ve’s-selam.