Futbol, edebiyat ve şiir
Edebiyat dergilerini takip etmeden edebiyatın sıcaklığını hissetmek çok zor. Önümde Karabatak dergisi var. Dosya konusu dikkatimi çekiyor: Edebiyat ve Futbol.
Değerli Ali Ural yönetiminde çıkan Karabatak dergisi 9. yılında ve 52. Sayısı ile okurlarını selamladı. Dergilerin dosya konularını önemsiyorum. Gerçekten titiz bir çalışmanın neticesinde okurlarına sunuluyor bu dosyalar. Karabatak dergisinde de “Edebiyat ve Futbol” dosya konusu olarak hazırlanmış. Aslında zihnimizde canlanan gerçek, bu iki kavramın birbirinden uzak olduğudur.
“İnsan hallerini açık eden bir turnusol kâğıdı futbol.” diyor değerli Ali Ural. Futbol, eski Yunan’daki tiyatronun üstlendiği katharsis görevini üstlenmiştir, diyor Ural. Gerçekten de bir temaşa sanatı haline dönüşmüştür futbol. On binlerce seyirci tribünlerde ve milyonlarcası da ekranlarda futbol izliyor. Günümüz dünyasının takım oyunlarından en çok takip edileni ve gündemde olanı sanırım futbol. Futbol endüstrisi diye bir kavram da ortaya çıkmış durumda. Bizler muhafazakâr bir düşünceyle futbola hep mesafeli yaklaştık.
Hz. Hüseyin'i Kerbela'da şehit edenlerin onun kesik başıyla top oynadığı bahsinden hareketle futbolu haram derecesinde gördük. Milyonların nazarında olan futbol elbette şiire, hikâyeye ve romana da konu olmalıydı. Futbol, yaşamın en canlı sahnesi olarak karşımızda duruyor. Aidiyet duygusunun en üst sıralardaki yeri, futbol takımlarıyla oluşan mensubiyet duygusu, milyonlarca insanı duygudaş yapabiliyor. Bu gerçeği artık kimse reddedemez. Formasıyla, oyuncusuyla bir marka olan büyük takımlar, üretime de girerek futbolun sadece futbol olmadığını göstermiş durumdadır.
Futbolun edebiyatla ilgisini masaya yatıran Karabatak dergisi çok kıymetli yazılarla futbol ve edebiyat ilişkisini ortaya koymuş durumda. Ali Ural, “Topu Taca Atarken” isimli şiirinde de şöyle diyor:
işe buradan başlayayım ağaç dikmeye mevsimsiz/ ortasına santranın herkese eşit derecede gölge/ bir incir ağacı cıvıl cıvıl yaprakların altında oyun/ gol atıldıkça değil meyve verdikçe ayakta stadyum/ topu taca atsam her seferinde serinlemek için/ yüzümden gelip geçse birkaç dakka kazanmanın sevinci/ formamı isteyen yok bir korkuluk yapabilirim ondan/ rengim siyah, beyazlar boğazıma basmayın öyle”
Semih Albayrak “Futbol ve Düş” başlıklı yazısında “Futbol ve Tanrı, Gol, Futbol ve Din, Futbol ve Kurban, Futbol ve Elektronik Beyin, Futbol ve Holigan, Tanrı Yuvarlaktır, Futbol ve Satranç, Futbol ve Ahlak” gibi ara başlıklarla düşüncelerini dile getiriyor. Yazıda dikkatimi en çok şu bilgi çekiyor: “Bir Latin Amerika uygarlığı olan Olmekler’in döneminde top oyununun bir insanın kurban edilmesi ile sonuçlandığına dair kuşkular mevcuttur.”
Diğer taraftan Aztekler’de de maçın sonunda oyunu kaybeden takımın kaptanının başı, din adamları tarafından merasimle kesilerek, oyunu kaybedenler tanrılara adak ediliyordu, diyor Albayrak.
“Futbol ve Holigan” ile ilgili olarak Galeano, Boca Juniors taraftarlarından birinin ölüm döşeğinde son arzusunun rakip takımın bayrağına sarılı olarak tabutunun tüm şehirde dolaştırılması olduğunu aktarır. Sebebi ise basittir: “Bizimkiler, onlardan biri daha gebermiş diye sevinsinler!”
1988’de kurulan Maradona Kilisesi’nde takvimin Moaradona’nın doğum tarihi olan 1960’tan başlatıldığını aktarıyor Semih Albayrak .
Ercan Yılmaz’a ait “Futbolun Şiiri” başlıklı yazı da dikkat çekici. Rilke’nin şiirinden ne kadar haz duyuyorsam Messi’nin futbolundan da o kertede haz alıyorum, diyor Yılmaz. Ercan Yılmaz, yazısında Türk edebiyatında futbol konusunu tarih içerisindeki örnek olaylarla aktarıyor. Turgut Çeviker’in “Başlama Vuruşu” adlı kitabından, Ercüment Ekrem Talu’nun Akbaba dergisindeki yazısından, Ruşen Eşref’in “Galatasaray ve Futbol” kitabından ve Akşam gazetesinin 1946’ya ait bir nüshasındaki “Sporculuk Dışındaki Bir Münekkide Futbolumuz Nasıl Görünüyor” başlığıyla Vala Nurettin’in tespitlerine yer veriyor. Ercan Yılmaz, şairlerin futbola ilgilerini aktarıyor: “Cemal Süreya’nın 99 yüzünden biri de “taçsız kral” Metin Oktay’dır: Ensesiyle bile top alır. Baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciliğiyle.”
Ertuğrul Aydın, “Futbolu Edebiyat Penceresinden Okumak” başlıklı yazısında, “Futbol için kullanılan söylem, eğretileme, aforizma ve deyimler, futbola edebiyatın/dilin penceresinden bakışı yansıtan bir durumdur.” diyor ve “Futbolda kullanılan ‘destan yazmak’, ‘şiir gibi goller’ gibi tanımlamalar, bu durumu somutlaştıran göstergeler arasındadır.
Albert Camus’nün futbol mu, tiyatro mu sorusuna, futbol cevabı verdiğini belirten Ertuğrul Aydın, “Veba” romanından da hareketle futbol-edebiyat ilişkisi üzerinde duruyor.
Serhat Demirel, “Futbolun Kalem Efendisi: İslam Çupi” başlıklı yazısında, Çupi için “Spor yazarlarının Balzac’ı ve Mavi Gözlü Dev” yakıştırmaları üzerinde duruyor. İslam Çupi’nin “Tribündeki Edebiyatçı” başlıklı yazısını hatırlatarak Çupi’nin, Necati Cumalı hakkındaki yazısına değiniyor.
Şair Nadir Aşçı, “Futbol Edebiyatın Nesi Olur” başlıklı yazısında futbolla ilişkisi olan şairleri anlatıyor. Simon Kuper’in, futbol asla sadece futbol değildir görüşü üzerinde duran Aşçı, “Futbol kulüplerinin kuruluş felsefeleri, renk seçimleri, tribün özellikleri, hatta oynadıkları oyun bile siyasal, sosyal, mezhepsel, kültürel bütün vasıfları mündemiç iken futbolun edebiyat ile bir akrabalık bağının olmadığını düşünmek mümkün değil.” diyor. Albert Camus’nün kaleciliğinden bahseden Aşçı, Eduardo Galeano’nun “Gölgede ve Güneşte Futbol” kitabına atıfta bulunuyor. Şair Ertuğrul Aydın’ın futbolla ilişkisine değinen Aşçı, Ahmet Erhan ve Adem Turan gibi şairlerin bir zamanlar futbol oynadığı bilgisini vererek bu isimler üzerinden edebiyat-futbol akrabalığını tahlil ediyor. Adem Turan’ın sakatlanmasının ardından futbola ara verdiğini söylese de sonunda, “Futbol da şiir gibi bırakılmaz.” diyerek kendisinin de futbolla bağını ortaya koyuyor Aşçı.
Futbol sadece futbol değil, bunu kabul ediyoruz. Karabatak dergisi yine arşivlik bir çalışma ile okunmayı bekliyor. Tebrikler!