Fransa eylemlerini doğru okumak
Fransa’da ciddi toplumsal
eylemlere şahit oluyoruz. Konu ile ilgili bültenler, haberi şöyle verdi “Adı
Nahrl M. olarak açıklanan Cezayir kökenli Fransız vatandaşı polis tarafından
öldürüldü. Bunun üzerine Afrika asıllı göçmenler protesto gösterilerine
başladı.
Türkiye’de ilgililerin olayı
yorumlamaları farklı oldu.
Kiminin Fransa’da yaşanan kargaşa
ve polisin aşırı güç kullanmasını gezi kalkışmasında batının Türkiye’ye akıl
vermesinden yola çıkarak başınıza geldi. Sizi’ de görelim dercesine
memnuniyetle karşıladığını görüyoruz.
Kimi ise bir ülkede zapt-ı rapt
altına alınmayan göçmenlerin zaman içerisinde o ülkenin başına nasıl bela
olabileceklerini anlatarak Türkiye’nin sığınmacı politikalarını eleştirdi.
Onlara göre eğer Türkiye zamanında önlem almaz ise Fransa’nın bugün başına
gelenler yarın Suriyeliler marifetiyle Türkiye’nin başına gelecek(miş).
Kimi çevreler ise Fransa’nın
sömürgeci tarihine atıfta bulunarak Fransa’nın ektiğini biçtiğini söylüyor.
Bana soracak olursanız bu okumaların
hiçbiri doğru değil ve kendi içinde ileride vahim sonuçlar doğurması muhtemel
hatalı tespitler içeriyor.
Neden?
Sırasıyla anlatalım;
Fransa da yaşanan olayları
Türkiye’nin yaşadığı gezi kalkışmasıyla kıyaslamak Fransa’da yaşananları
kriminalize etmek anlamına gelir. Oysa Fransa’da yaşananların müsebbibi Fransız
polisinin bir Müslümanı ırkçı saiklerle haksız ve hukuksuz yere katletmesinden kaynaklanıyor.
Evet Fransa’da polis islamafobik anlayışla bir Müslümanı
katletti kaldı ki bu ırkçı şiddet ilk değil. Fransız polisi 2023’ün
başından bu yana 13 kişiyi dur ihtarına uymadığı için katletti Bu sayı bir önceki yılın neredeyse beş katı.
Polis bu eylemi kendisine tanınan yetki çerçevesinde yapıyor.
Hangi yetki?
Polis bu yetkiyi Cumhurbaşkanı
Macron döneminde kabul edilen 2017 tarihli islamafobi için hazırlanan güvenlik
yasa tasarısından alıyor. İslam’ı ve Müslümanları terörizmle eşitleyen
asimilasyoncu düşüncenin hazırladığı bu yasa tasarısı, polisin silah kullandığında
yasal çerçeveyi tehlikeli bir biçimde genişleteceği gerekçesiyle sürekli eleştiriliyordu.
“Bu yetki polise verilen
bizden olmayanı vur emrinden başka bir şey değildi.”
Dolayısıyla Fransa’da yaşanan
toplumsal eylemin temel motivasyonu, müslümanlara karşı girişilen sistematik
ırkçı, asimilasyon politikalarıdır. Bu haykırışı gezi kalkışmasında yaşanan vandalizmle eşitlemek hakkaniyete aykırı olur.
Bu nedenle “Fransa yanıyor biz de izliyoruz” demekten ziyade Müslümanlara reva
görülen zulmü dillendirmeliyiz.
Fransa da yaşanan olayları
Türkiye’de ki Suriyeliler ile kıyaslayanlara gelince;
Bu düşünce teknik ve biçimsel
olarak fahiş hata boyutunda bir okumadır. Bu okuma, yorum sahiplerinin
cahilliklerinden ziyade maksatlı olarak bu saptırmalara başvurduğu
söylenebilir. Fransa’da bulunan Kuzey Afrikalı Müslümanların pek çoğu ikinci
dünya savaşı sonrası ülkelerinden zorla getirilerek kazma kürek işlerinde
çalıştırılan modernitenin köleleştirdiği insanlardır. Zamanla bu insanların bir
kısmına vatandaşlık verilmiş ise de asla bir Fransız’la aynı statüye
kavuşturulmamışlardır. Fransa’da ki Müslümanlar kâğıt üzerinde anayasalı olmuş
ancak anayasal olarak asla kabul edilmemişlerdir.
Ali Mazuri’nin dediği gibi; “Fransa’da
bir Arap ne denli iyi Fransızca konuşursa konuşsun asla tam anlamıyla Fransız
vatandaşları ile aynı haklara sahip olmaya layık görülmez. Anahtar cümle
budur işte “aynı haklara sahip olmaya layık görülmemek”
İşte sömürü düzenin pençesinde
anavatanlarından zorla kopartılan modernitenin köleleştirdiği müslümanları
Suriye’den canlarını kurtarmak için hicret edenlerle aynı kefeye koymak mümkün
değil. Ayrıca illa Suriyelilerle kıyaslanacak ise bir toplumu ırki
farklılıkları nedeniyle baskılama ,
asimilasyon ve ötekileştirme politikalarının toplum üzerinde yarattığı baskıyı
ve bu baskı sonucu ortaya çıkan basıncın etkileri üzerinden örneklendirilmesi
daha doğru olur.
Son olarak Fransa’da yaşanan
olayları Fransa’nın kirli sömürgeci tarihinin bir hesaplaşması olarak yapılan
tespitlere değinelim;
Doğrudur, Fransa tarihte
Osmanlı’nın zayıflamasını fırsat bilerek, yıllarca Osmanlı’nın adaletle
yönettiği Cezayir, Tunus gibi ülkelerde nüfuz kurmuş ve bu ülkeleri bu ülkelerin her türlü kaynağını son damlasına kadar
sömürmüş ve sömürmeye de devam etmektedir. Ancak bugün sorunu tespit
etmek, kamuoyu oluşturmak için eskiye gitmenin bir fayda sağlamayacağı açıktır.
Zira bugün yaşananlar islamafobiyi yani İslam düşmanlığını merkeze alan çok
daha yeni güncel düzenlemeler nedeniyle yaşanmaktadır. Bu güncel sorunların
dillendirilmesi gerekmektedir.
Fransa kendine özgü laiklik yorumunu
gerekçe yaparak İslam’ı ve Müslümanları asimilasyon politikalarına yaklaşık
yirmi yıl önce başladı. Fransa en yakın 13 Kasım 2015 tarihinde OHAL ilan
etmiş OHAL 2017 yoluna kadar devam etmişti. Bu süreç Müslümanları asimile etmek
için kullanılarak Müslümanların yaşadığı mahalleler ablukaya alınmış, camilere
baskınlar yapılarak sudan sebepler gösterilerek camiler kapatılmış, cami
imamları hiç bir gerekçe dayanak ileri sürülmeden sınır dışı edilmiş ve sadece Müslümanlara
yönelik kimlik kontrolleri yapılarak Müslümanlar kriminalize edilerek
dışlanmış ve ötekileştirilmiştir. Cumhurbaşkanı Macron döneminde kabul
edilen 2017 tarihli islamafobi için hazırlanan güvenlik yasa tasarısı ile
birlikte polise inanılmaz yetkiler verilmiş ve tasarının terör adı altında Müslümanları
hedef göstermesi kolluk kuvvetlerini ırkçılık yapması hususunda manipüle
etmiştir. O kadar ki 2017’den bu yana trafik çevirmesinde hayatını
kaybedenlerin çoğu siyahi veya Arap kökenli Müslümanlar olması, bu tasarı ile
polise verilen yetkinin ırkçı bir şekilde kullanılıyor olmasının temelinde
yatan gerekçe iktidarın amacına hizmet etmesidir.
Birleşmiş Milletler (BM)
Fransa’da yaşanan son olaylardan sonra ‘’Fransa’nın, kolluk kuvvetlerindeki
derin ırkçılık ve ayrımcılık sorunlarını ciddi şekilde ele almasının zamanıdır”
ifadesini kullandı. Bu beyanın BM tarafından gelmesi samimiyeti sorgulatsa da
yadsınamaz ve üzeri örtülemez bir gerçeği tespit etmesi bakımından çok
önemlidir.
Sonuç olarak Fransa Müslümanlara
karşı yıllardır inkar ve asimilasyon politikalarını düzenli olarak uyguluyor. Bu
asimilasyon politikaları artık zulüm seviyesine ulaştı. Fransa ülkesinde
yaşayan Müslümanlara adeta savaş açmış durumda. Müslümanların bu zulme
sessiz kalmaması gerekir.
Resûlullah’ın imanımızı
tartmamıza vesile olan şu Hadisi Şerifi kulağımıza küpe olsun.
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet
eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de
gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en
zayıf derecesidir.”