Fırat Kalkanı'nın hatırlattıkları
Uluslararası ilişkilerde devletlerin münasebetlerinde göz ardı edilmemesi gereken hususlardan bir tanesi de devletlerin gücü oranında politika belirlemelerinin zorunluluğu gerçeğidir.
Uluslararası ilişkiler alanında mütehassıs olanlar derler ki, devletler güçlerine göre:
Küçük devletler (Ürdün, Yemen, Nijerya, Bolivya gibi)
Bölgesel devletler (Türkiye, Mısır, İran gibi)
Büyük devletler (Almanya, Fransa, Çin gibi)
Küresel güçler (ABD, Rusya) olarak dörde ayırırlar.
Küçük devletler bilhassa dış politikalarından kuracağı ilişkilere kadar bölgesel devletleri, artı büyük devletleri, artı küresel güçleri hesaba katmak durumundadır. Bu dengeye dikkat edilmez ise küçük devletlerin başarılı olması bir yana başı beladan kurtulmaz.
Bölgesel güçler de büyük devletleri ve küresel güçleri hesaba katmazlar ise ciddi sorunlarla karşılaşırlar. Elbette ki büyük devletler de küresel güçlerin hesaplarını bozacak bir politik ataktan imtina ederler.
Bu hassasiyetten dolayı her şeyin yüz de yüz böyle olması anlamına gelmese de kahir ekseriyetle devletler buna riayet ederler. Haklı ya da haksız olsun, bu sistematiğe uymayanların nelere uğrayacağını görmek için haklı olmasına rağmen Türkiye'nin 2012 ve sonrasında karşılaştığı sorunlara bakmaları yeterlidir.
2012'den itibaren Türkiye'nin başına gelenleri herhangi bir ülke yaşamış olsaydı muhtemelen o ülke çoktan pes etmiş, "koca" devletlerin ayaklarına kapanmış olacaktı. Hakkını teslim edelim, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gibi bir lider olmasaydı Türkiye 7 Şubat 2012'de, değilse 2013 Gezi sürecinde ya da 17-25 Aralık sürecinde siyasi, ekonomik ve itibar anlamında yerle bir edilecekti. Hatta 17-25 Aralık FETÖ operasyonları başarılı olsaydı Türkiye için iktidarın düşmesi tehlikesi ile yetinilmeyecek, vahamet dolu neticeler doğuracaktı.
Bunları bir tarafa bırakalım, eğer yine Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi ferasetini cesaretiyle, basiretini metanetiyle yoğuran bir lider olmasaydı 15 Temmuz FETÖ Darbesi ile Türkiye bugün "Türkiye" olarak kalmazdı. Bunları Sayın Erdoğan'a övgü babında söylesem hadsizlik olur. Çünkü dost-düşman herkes bu hakkı Sayın Cumhurbaşkanımıza teslim ediyor.
Evet, küçük devletler, bölgesel güçleri, bölgesel güçler büyük devletler, büyük devletler de süper güçleri hesaba katarak ilişkilerini, politikalarını belirlemeyi ihmal etmezler.
Bu uzun girişle konuyu geçen Çarşamba sabahı TSK ve ÖSO tarafından gerçekleşen Cerablus'u DAİŞ'ten kurtarma operasyonu bağlamında PYD ile ilişkilendirmeye çalışıyorum.
Ama ilk önce yaptığımız dörtlü tasnifin devleler için geçerli olduğunu, örgütlerin işinin daha zor olduğunu belirtmemiz gerek.
Bildiğiniz gibi PYD Suriye PKK'sı olarak bilinir, bunu kendileri de dile getiriyorlar. PYD Suriye'deki halk ayaklanması sürecinde Esed güçleri ile çatışmayı aklından geçirmedi. Diğer muhalif örgütlerden ayrı ve çoğu zaman Esed yönetimi ile ittifak eden PYD, Suriye'de kendisine (özerk-kantonal) alan oluşturmayı esas aldı.
Elbette bu politikasını kendisi belirlemedi; öncelikle Kandil, İran, Esed PYD'nin stratejisini çizdi. 2012 sonrası ABD de Suriye muhaliflerini yüzüstü bırakıp DAEŞ'i piyasaya sürünce bölgede işler karıştı, kartlar yeniden karıldı. ABD tarafından dağıtılan kartta PYD'ye "DAİŞ ile mücadele eden kahramanlar" payesi yazılmıştı.
PYD kendisine biçilen role öyle kapılmıştı ki ABD'nin, hatta hiçbir devletin sonuna kadar güvenilmeyeceğini unutmuştu. ABD PYD ile müttefik oldu ya, onlar da biz olmadan ABD DAİŞ ile baş edemez havasına girdi. Oysa DAİŞ'i DAİŞ yapan ABD'nin ta kendisi idi. PYD bunları görmezden geldi. Daha doğrusu PYD'yi okşayan güçlerin vermiş olduğu sarhoşluk olanları yorumlayacak basiretten mahrum bırakmıştı YPG'yi.
KÜRT AYAKLANMALARINDA İRAN VE BATI yazımızın tarihi 23 Eylül 2015. O yazımızda son yüzyılda sadece Türkiye'deki Kürtlerin söz konusu ülkelerden gördüğü zararları anlatmış ve 20. kere aldandığımız devletlere 21. kere kanmamamız gerektiğini vurgulamıştım.
Da, kime anlatmışım.
PYD ile müttefik olduğunu ilan eden ABD DAİŞ'İ daha önce soktuğu yerlerden YPG/PYD ile kurtarıyor! ve PYD/YPG güçlerini oraya yerleştiriyordu. Türkiye bu taktiğin kendisi için kabul edilemez olduğunu defaten taraflara duyurmasına rağmen dinleyen olmadı.
Burada Türkiye'nin söylemindeki hatayı da dile getirmeden geçmem doğru değil. Hemen hemen bütün yetkililer Suriye'nin Kuzeyi ile ilgili açıklama yaptığında "Kürtlere koridor sağlamalarına izin vermeyeceğiz, Kürt koridorunu, Kürtlerin bölgeye yerleşmesini kabul etmiyoruz" diyerek ciddi bir hataya düşmekte. Çünkü bu açıklamalarla bölgede PYD/YPG Suriye'deki bütün Kürtlerin temsilcisi olarak görülüyor. Türkiye'de yapılan PKK-Kürt ayırımı ve bu konuda gösterilen hassasiyet Suriye için de gösterilmelidir. Oysa biliyoruz ki Türkiye'nin rahatsızlığı PYD ve dolayısıyla PKK kontrolündeki bir koridor içindir. Çünkü Suriye'de muhalif Kürtlerin YPG tarafından ya başka ülkelere sürüldüğü ya da ÖSO saflarında olduğu bir gerçektir.
Türkiye'nin bu hassasiyeti dile getirilirken Kürt kardeşlerinin de hukuku gözetilmelidir diye düşünüyorum. Bu uzunca parantezi kapatıp konumuza dönebiliriz.
Evet, PYD akrabalarının hatta kendilerinin de ülkesi olan Türkiye ile değil, Türkleri de Kürtleri de diğer unsurları da asırlarca sömüren küresel güçlerle, bu00eebaht devletlerle müttefik oldu. Sandılar ki ABD ve periferisindeki devletler Kürtlerle dost, Kürt sevdalısıdırlar. Tamam, da, bu kaçıncı aldanış?
İşte en son Cerablus ve Münbic. ABD oralara soktuğu YPG'lilere "çekilin" talimatı verdi ve onlar da bila itiraz çekildiler.
Demem o ki, devletlerdeki hassasiyetlere riayete devlet bazında olduğu gibi örgütler için de geçerli, hem de daha büyük hassasiyetlerle, velev ki arkanızda ABD bulunsa da.
Bu manada PYD'nin Türkiye'nin denklem dışında kalacağını varsayarak ABD ile girişeceği ortaklığın kandırmacanın sadece yeni bir versiyonu olacağını hatırlatmamız gerek.
Son olarak kendisine yönelik terör saldırısından dolayı CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na geçmiş olsun diyorum.