Filistin parça parça işgal ediliyor
9 Aralık 1917 günü İngiliz General Allenby “Babu’l-Halil” kapısından Kudüs’e girerken, Osmanlı Devleti’nin buradaki 401 yıllık hakimiyeti sona eriyordu. Bu da kadim topraklar için huzursuzluğun başlangıcı demekti. 30 yıl boyunca yüz bin İngiliz askeri Filistin’i mâtemi bitmeyen beldeye dönüştürdü.
1948
yılının bir Mayıs akşamı gaydaların sesi çok eski ve dolambaçlı yollara son kez
yayıldı. Bu ses Kudüs’ün Eski Şehri’ni işgal eden İngiliz askerlerinin gidişini
bildiriyordu.
Yahudiler
Sokağı’nın pencerelerinde ya da sinagogların ve dinsel okulların eşiğinde, uzun
sakallı ihtiyarlar bu geçit törenini izliyordu. 30 yıllık tatsız bir
hâkimiyetten sonra bu surları terk edip gitme sırası İngiliz askerlerinindi.
Kudüs’ün göklerinde dalgalanan İngiliz bayrağı indiriliyor, yerini siyonizmin
mavi-beyaz bayrağı alıyordu.
BÖLGEYİ KAOSA GÖTÜRECEK
SÜREÇ BAŞLATILDI
1922
yılında Milletler Cemiyeti tarafından Türkiye’nin yerine, Filistin’de
İngiltere’yi hâkim kılan manda yönetimi bu kararıyla bölgeyi kaosa sürükleyecek
bir süreci başlatıyordu.
Birinci
Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu politikasını dilediği noktaya götürmek için
İngiltere’nin Filistin’e ihtiyacı vardı. Burası, Irak’ın akıl almaz
zenginlikteki petrol yataklarıyla Taymis Nehri’ne kadar İngilizleşmiş hayati
bir geçit olan Süveyş Kanalı arasında köprü görevini sağlayacaktı.
Bu
isteği gerçekleştirmek için, İngiltere, gösterişli bir şekilde, beş yüz yıllık
Türk hâkimiyetini bir aydınlık Hıristiyan üstünlüğü örneğiyle silmeye ve
dağınık Yahudilere eski vatanlarının kapılarını açmaya girişmişti. Ama
problemler tümüyle üstesinden gelinemeyecek bir biçimde ortaya çıkmış ve
başarısızlığın bilincine varan İngiltere, sonunda manda yönetiminden
vazgeçmişti.
ÖYLE BİRATEŞ YAKILDI Kİ,
HÂLÂ SÖNDÜRÜLEMİYOR
14
Mart 1948 günüydü. Sir Alan Gordon Cunningham, o gün İngilizlerin Filistin’den
ayrıldıklarını, Yahudilerin İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilân ettiklerini,
Arapların savaşa girdiklerini gördü. Bir ihtilaf Kutsal Toprağı alevlere
boğacak ve bu alevler bir daha da sönmeyecekti.
İhtilafı
kaçınılmaz kılan ise bir oylama oldu. 29 Kasım 1947 soğuk bir Cumartesi günü,
ilk savaş mermilerinin Kudüs damlarına düşmesinden 6 ay önce, yeni kurulan
Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye elli altı ülke temsilcileri New York
banliyösündeki Flushing Meadows’da toplanmıştı. Orada, eski bir patinaj
salonunun kubbesi altında, Akdeniz’in doğu kıyısında yer alan, Danimarka’nın
yarısı, nüfusu Belçika nüfusunun beşte biri kadar olan, Eski Çağ haritaları
yapanlar için evrenin merkezi ve dünyanın başlangıcında bütün insanların
yollarının yöneldiği bir toprak şeridinin, yani Filistin’in kaderini
çizeceklerdi.
UMUTSUZLUK KALEMİYLE
ÇİZİLEN PAYLAŞTIRMA HARİTASI
Birleşmiş
Milletler’in kısa tarihinde, bunca ihtirasın gemi azıya aldığı görüşmeler pek
nâdirdi. Örgütte temsil edilen her ülke bu bölgeye, şu ya da bu şekilde, manevi
mirasının bir bölümünü borçluydu. Uluslararası meclise Filistin’in Arap ve
Yahudi olarak iki ayrı devlete bölünmesi teklif ediliyordu. Böylece ortak
bilgelik 30 yıl süren iç savaşa son verecekti. Ama, umutsuzluğun kalemiyle
çizilen bu paylaştırma haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul
edilemeyecek kepazelikler karışımıydı.
Kurulacak
Yahudi devletinin topraklarının çoğunluğu ve neredeyse nüfusunun yarısı Arap
olduğu halde, Filistin’in yüzde elli yedisi Yahudilere bırakılıyordu. Bu Yahudi
topraklarının girintili, çıkıntılı ve acılı sınırlarına gelince, sağduyuya
olduğu kadar savunma gereklerine karşı da gerçek bir meydan okumaydı.
CİNAYETLERİ BATI İŞLEDİ,
ARAPLAR SUÇLU İLÂN EDİLDİ!..
Birleşmiş
Milletler’in denetimine bırakılan Kudüs, üzerinde ne Arapların ne de
Yahudilerin başkent kuramayacakları bir uluslararası toprak oluyordu.
Birleşmiş
Milletler’in tarihi toplantısından aşağı yukarı tam 30 yıl önce, İngiltere
Yahudilere, içlerinden pek çoğunun beslediği düşü gerçekleştirmeleri için ilk
elle tutulur fırsatı vermişti: “Filistin’de bir yuva kurmak”.
Yahudilerin
tarih boyunca yaşadıkları sürgün yıllarında tek altın çağını İspanya’da kurulan
Endülüs Emevileri dönemiydi. Avrupa ülkelerinin çoğu onlara kapılarını
kaparken, Osmanlı Devleti her zaman kapılarını açmıştı. Hitler’in gaz
odalarında korkunç Yahudi kıyımı dizisi İslâm dünyası tarafından değil, hep
Avrupa’nın Hıristiyan ülkelerince sürdürülmüştü.
Dolayısıyla,
işlenen cinayetlerin yükü bize değil bu uluslara yüklenmelidir, diye itiraz
ediyordu Araplar.
ABD, FİLİSTİN’İ PARÇALAMAK
İÇİN BÜYÜK BASKI KURDU
Bu
süreçte Filistin’in paylaşılmasını gerçekleştirmekte en çok çaba gösteren
Birleşik Amerika’ydı. Başkan’ın danışmanı olan iş adamı Bernard Baruch,
Fransa’nın Birleşmiş Milletler’deki delegesi Alexandre Parodi’yi, ülkesinin
paylaştırmaya karşı çıkması halinde Amerikan yardımının kesilmesinin muhtemel
olduğunu söyleyerek tehdit etmekten çekinmemişti.
Bu
hayati süre boyunca, paylaştırmaya karşı dört ülke (Yunanistan, Liberya, Haiti
ve Filipinler) inanılmaz bir baskı ve hatta tehdit dalgasıyla karşılaşacaklardı.
New
Yorklu parlamento üyesi Emmanuel Cellar, Başkan’a yolladığı bir açık telgrafta
“Yunanistan gibi direnen ülkelerin yola getirilmesini” istedi. Koridorlarda
korkunç söylentiler dolaşıyordu. Bunlardan birisine göre Tayland delegesi
öldürülmüştü.
Eğer
Birleşmiş Milletler, Filistin’in paylaştırılması yönünde karar alırsa, bütün
Arap devletlerinin desteklediği Filistin Arapları, İngilizler gider gitmez
Yahudilerle savaşacaklardı. Eski Yahudi tapınağının mihrabında kurban edilen
hayvanlarla, İsa’nın (a.s.) çarmıha gerilişiyle, insanların duvarları dibinde
ölüşüyle Kudüs yeryüzünde hiçbir şehrin yaşamadığı dökülen kanın laneti içinde
yaşamıştı.
ÜÇ BÜYÜK DİNİN KUTSAL
İZLERİNİ TAŞIYAN BELDE
Tek
Tanrı’ya inanan üç büyük din (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık)
tarafından kutsal sayılan Kudüs’ün taşları bu üç dinin kutsal izlerini ve din
adına işlenmiş cinayetlerin anısını taşımaktaydı. Davud ve Firavun, Sennaşerib
ve Nabukadnezar, Herod ve Ptoleme, Titus ve Godefroy de Bouillon komutasındaki
Haçlılar, Timurlenk ve Selahaddin Eyyübi’nin askerleri, Türkler ve Allenby
yönetimindeki İngiliz askerleri, hepsi burada savaşmıştı. Hepsi Kudüs için can
vermişlerdi.
Eski
Şehir’in öbür ucunda, geniş bir alanın ortasında, Kudüs’ün başka bir inanç için
taşıdığı önemin tanığı Kubbetu’s-Sahra yükselir. Tek ve rahmet sahibi Allah’ı
yücelten zarif yazıları şereflendirmek için yeşille altın sarısının birbirine
karıştığı kubbesinin mozaikleri altında siyah bir kaya yığını (Hacer-i Muallak)
görülür. Eski Çağların en yüce yerlerinden biri olan burası Moriya Dağı’nın
tepesidir. İslâm geleneği, üzerindeki hafif bir izin Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
Burak’la miraca çıktığı gece onu yerde tutan Cebrail aleyhisselâmın elinin izi
olduğu kabul edilir.
Hz.
Süleyman’ın (a.s.) yaptırdığı tapınağın kalıntısı olan Ağlama Duvarı,
Yahudiliğin en kutsal yeridir. Yirmi yüzyıldan beri, dört yana dağılmalarının
ardından ağlayan Yahudiler ona doğru dönerler. Koca taş bloklarının yarıkları
ve çatlakları arasında bir sürü kağıt parçası bulunur. Kimi Tanrı’ya bağlılık
mesajı yollamıştır, kimi yeni doğan çocuğunun ya da hasta karısının Tanrı
tarafından kutsanmasını ister, kimi de ters giden işlerinin düzelmesini ya da
İsrail halkının kurtuluşunu diler.
Kim
bilir kaç kuşak Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar birbirine karışmış olarak bu
vadinin beyaz taşları altında uyumakta, hayatları boyunca elde edemedikleri
barışı ölümde bulmaktadırlar. Birbirine düşman etnik ve tarihsel bir sürü
adacığa bölünen Kudüs’e, işgalci İngilizler üç yeni bölge daha eklemişlerdi.
Arap
ya da Yahudi bütün Kudüs halkı, aynı kuşku içinde şehrin kaderinin bağlı
bulunduğu uzak toplantının her sözünü dinlemek üzere radyolarının başına
toplanmıştı. Kurulda, David Ben Gurion dört elin havaya kalktığını gördü. Bir
Yahudi devleti kurma kararı tek oy farkla sağlandı. David Ben Gurion, on bir
kere daha masaya vurdu ve açıkladı: “İsrail Devleti doğdu. Oturum kapanmıştır.”
Sonra
kurul yeni devlete bir ad koymaya karar verdi. “Sion” ve “İsrail” adları ortaya
atıldı. Oylama sonucu Yahudi devletinin adı “İsrail” olacak ve resmen “İsrail
Devleti” diye anılacaktı.
33
devletin Filistin’i paylaştırmayı kararlaştırdığı akşam doğan ihtilaf, başka
kurbanlar verilmesine yol açacak ve pek çok sarsıntılara sebep olacaktı.
Siyonist
Yahudiler, iki bin yıllardır kendilerine başkaları tarafından yaşatılan sürgün,
sefaleti ve acıyı yurtlarından sürdükleri Filistinlilere reva görecekti. Ve
artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı!.. (Kaynakça: Kudüs... Ey Kudüs, Larry
Collins - Dominique Lapierre, Kronik Kitap)
VE BUGÜN GAZZE’DE KIYAMET
YAŞANIYOR!..
Siyonist
İsrail’in Filistin’i işgali 1948’den beri hız kesmiyor. Müslümanların hâli 7
Ekim’den beri Gazze’de tezahür ediyor.
Ey
dinlerin incisi, ilk kıblemiz, harîm-i ismetimiz Kudüs’ün gölgesinde acıların
en dehşetlisini çeken Gazze!.. Sokakların, minarelerin ve dahi masum çocukların
hüzün kokuyor!.. Gözlerden yaş, bedenlerden sel gibi kan akıyor!..
Gazze’yle
birlikte insanlık da çığlıklara duyarsız bakışlar arasında ölüyor. Mustazaflar
ateş topuna dönen yurtlarından savruluyor. Nereye baksanız feryatlar arş-ı
âlâya yükseliyor. İslâm Âlemi'nin öncü birlikleri Filistinliler can çekişiyor.
Mustazaflar, iman sancağını düşürmemek için tek başına “küfür milleti”ne
direniyor.
Gazze’de
kıyamet yaşanıyor!..
İnsanlık
susuyor!..
Gazze
acı çeke çeke ölüyor!..