Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Kasım 2020

Fikri Çoraklık

Fikir, ilim, düşünce ve sanat gibi kreatif alanlar özgür ve bağımsız zihinlerin üretim alanıdır. Makine parçası tasarımlayan mühendis ile yağlıboya tablo yapan bir ressam ya da bina yapan inşaat mühendisi-müteahhit ile şiir yazan şairi aynı kefeye koyamazsınız. Tiyatro sanatı ile meşgul olan bir senarist ya da oyuncu ile oto yedek parça imalatı yapan bir kalfayı aynı kulvarda değerlendiremezsiniz. Evet toplamda hepsinin yaptığı iş saygındır, gereklidir, verdikleri emek kutsaldır. Ama sanat, düşünce, edebiyat, ilim gibi alanlar hayatın diğer sahalarından farklı alanlardır. Meselâ bina yapan bir müteahhidin özgür düşünceye, kreatif bir zekaya ihtiyacı yoktur. Mimar çizer, mühendis statiğini hesaplar, ustalar, kalfalar ve işçiler ise verdikleri emekle binayı dikerler. Müteahhit sermaye koyan ve koyduğu sermayenin karşılığını almaya çalışan bir girişimcidir. İşinde herhangi bir estetik, sanatsal kaygı gütmese de bir şekilde parasını kazanır. Belki burada mimari anlamda bir estetik sorumluluk aranacaksa o da mimarın şahsında temayüz edecek bir husustur. Müteahhit herhangi bir partiye, bir işadamları grubuna, bir sermaye çevresine, bir hemşehri derneğine, bir çıkar çevresine mensup olabilir. Bunu kimse yadırgamaz. Çünkü o işadamıdır. Hakim siyasi anlayışla, ilgili belediye ve partiyle iyi geçinmek zorundadır. Hatta siyasi bir birimde görev almasında da belki bir sakınca olmayabilir. İşini büyütmek, daha fazla ihale almak için siyaset de yapabilir, siyasi oluşum ve kişilerle temasta da olabilir. Ama bu temas onu bağlar. İşi dışında herhangi bir memleket meselesi hakkında kendi fikrini kolayca söyleyemez. Söylese de hakim görüşün ve baskın siyasi fikrin çerçevesi dışına taşamaz. Meselâ yanlış bir icraatı eleştiremez.

Bir müteahhidin ya da inşaat mühendisinin bir kliğe, bir cemaate, bir partiye bağlı olması onun yaptığı işi etkilemez. Ancak sanatçı, şair, yazar, düşünce adamının durumu böyle değildir. Sanat ve edebiyat ancak herhangi bir merkeze bağımlı olmadan özgün eserler üretme kabiliyetine sahip bir alandır. Sanatçı paraya ihtiyaç duyar ama para kazanmak için iktidar çevreleriyle, çıkar gruplarıyla iş tutmaz. Bu türden bir ilişki sanatçının ya da fikir adamının elini kolunu bağlar. Herhangi bir merkeze bağlı kalan bir düşünür, yazar ya da sanatçı özgürce ürün veremeyeceği ve özgür hareket edemeyeceği için verimli, üretken olamaz, eser veremez. Sanatın ya da fikir hayatının bir yönü de eleştiridir. Özgür olmayan sanatçı ya da yazar eleştiri yapamaz. Eleştiri sanatsal ve fikri gelişimin temelidir. Sorgulama kültürü olmayan adam düşüncede ve felsefede verimli olamaz.

Eleştirel akıl sayesinde fikri gelişim sağlanır. Sosyal teori bile eleştirel görüşle ortaya çıkar. Ancak kurulu düzeni, mevcudu beğenmeyen zihinler yeni şeyler tasarımlamaya başlayabilirler. İdeal olan var olanla yetinmekle ortaya çıkmaz. Bir müteahhit, var olan malzeme ile kurulu düzende çok rahat bina diker. Ama bir düşünür herhangi bir sosyal teori üzerinde çalışırken mevcuda bağımlı kalamaz, mevcudu olumlayamaz, olumlarsa yeni düşünce ve fikir üretemez. Öyleyse ister sanatçı olsun ister düşünür eğer kaliteli, gelecekte de okunacak ya da incelenecek bir eser ortaya koymak istiyorsa siyasi, iktisadi ve sosyal bazı prangalarından kurtulmak zorundadır. Bir partinin, bir çıkar çevresinin, bir sermaye grubunun gölgesinde sanat yapılamaz, düşünce üretilemez. Hele hele de iktidar gücünün çeperine yaslanarak özgür ve bağımsız bir sanatsal alan üretemezsiniz. Kurulu düzene itiraz etmeden, doğru bulmadığınızı eleştirmeden, özgürce fikir üretemezsiniz. Zira kurulu düzen verili düzendir, zaten verili olanı beğenmediğiniz için siz bu yola girmemiş miydiniz? Öyleyse belli bir gücün yanında durarak, tanımlı bir güçten beslenerek özgür üretimde bulunamazsınız. Çünkü bir merkeze midesinden bağlı olanlar yarın o merkez herhangi bir suç işlediğinde, herhangi bir yanlışa düştüğünde “hey ne oluyor, durun bakalım” diyemezler!

Akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar, şairler, yazarlar, entelektüeller, ilim adamları hatta herhangi bir dini temsil eden din adamları, hocaefendiler yani sazında sözünde özgür olması ve söyleyeceği sözü açıkça korkmadan söylemesi beklenenler acaba bugünün koşullarında yeterince özgür konuşup yazabiliyorlar mı? Bu soru cevabı çok zor verilebilecek bir sorudur biliyorum. Hele hele de fikir, sanat ve düşünce işçilerinin siyaset alanından bağımsız bir alanda karınlarını doyuramadıkları ülkeler için bu soru çok acıklı ve hüzün verici, düşündürücü bir sorudur. Ama şunu da unutmamak gerekir ki siyasal alanın kontrolü altında kurulan sanat vakıfları, güç merkezlerinin çeperinde beslenen entelektüel mecralar özgür ve eleştirel alana kaymadıkça sağlıklı, toplum merkezli, kaliteli, iz bırakacak, sadra şifa üretim asla yapamazlar. Ortaya ancak “çok yaşa paşam” alkışları arasında gününü gün eden bir şakşakçı güruhu çıkar ki bu güruhtan da yüzyılın ağır sorunları karşısında söz söyleyebilecek donanım da ve dirayette adam çıkmaz! Çıkarsa da mucize olur.