FEYZoo’ya bir giden, bir de gitmeyen pişman!
“İSTANBUL Kazan Ben Kepçe” denince hemen akla yazar, gazeteci, karikatürist, İstanbul beyefendisi ve ana kuzusu Sermet Muhtar Alus gelir. Alus’un 1938-1939 yılları arasında İstanbul’a dair kaleme aldığı yazılarda, İstanbul’un daha asaletinden çok şey kaybetmediği anların enstantaneleri bir film karesi gibi yansır satırlara. Her şeye rağmen daha “taşı toprağı altın” denilerek işgal(!) harekatının başlamadığı, şairlerin üzerine şiirler yazıp “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!..” diyebildiği İstanbul’dur bahsedilen İstanbul.
Alus’un kaleme aldığı ve Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan “İstanbul Kazan Ben Kepçe”nin sayfaları arasında gezinirken payitaht; uleması, ricali, kibarı, esnafı, kalem efendisi, memuru, komiği, meyhanecisi, ayyaşı, kabadayısı mekân ve tarihiyle bütün cömertliğini hissettiriyor. Yeşilköy’den Kartal’a, Sarayburnu’ndan Sarıyer’e, Suriçi’nden Beyoğlu’na kadar her semt, köy, hatta evler, konaklar, yalılar eskiye dair ne varsa sırlarını birer birer paylaşıyor. Tanıklık ettikleriniz karşısında ruhunuz huzura erip kendinden geçiyor.
İnsan 296 sayfalık Dersaadet seyahatini bitip, 80 yıl sonrasının İstanbul sokaklarına yeniden savrulduğunda, başka bir boyuta evrildiğini hissediyor. “İstanbul Kazan Ben Kepçe”nin yaşadığımız çağdaki sahnelerinin bir figürü olarak, kalabalıklar arasında yolculuğa devam etmekten başka da çare bulunmuyor.
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda…”
Haydi o zaman “İstanbul Kazan Ben Kepçe” misâli kaybettiklerimizi bulmak, nostaljilerle ferahlamak ve rahatlamak için birlikte yola revân olalım.
Gülhane Parkı, 90’lı yıllarda çoğumuzun nefeslenmek için sığındığı limandı. Nâzım Hikmet Ran’ın dizelerinde, Cem Karaca’nın gitarında hayat bulan “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda...” tınıları Topkapı Sarayı’nın duvarlarından masmavi Marmara’nın yakamozları arasında Boğaz’a kadar yayılırdı. Ve o bir zamanlar insanlar çocuklarının elinden tuttuğu gibi soluğu Gülhane’de alırdı. Çünkü her daim şendi Gülhane, şenliklere ev sahipliği yapardı.
Eskiden kız ve oğlanlar edeplice gezerdi burada. Aynı zamanda şenliklerin yapıldığı, konserlerin verildiği, işporta tezgâhlarının ve kalabalığın her yeri kapladığı bir alandı. Ferdi Tayfur, Barış Manço, Cem Karaca, Nuri Sesigüzel, İzzet Altınmeşe, Müslüm Gürses, Ahmet Özhan, Kayahan, Nükhet Duru, Sezen Aksu, Muazzez Abacı, Nilüfer, İbrahim Tatlıses, Hakan Peker gibi şöhretler gelir burada konser verirdi. Şimdiki gibi neşesiz değildi, o zamanlar Gülhane Parkı.
Çocuklar hayvanları ilk defa burada görürdü
Bir de hayvanat bahçesi vardı içinde. Belgesel kanalları yaygın olmadığından çocuklar ilk defa hayvanları burada tanırdı. O çocuklar ki, deve, leopar, yaban keçisi, geyik, sansar, Kamerun koyunu, porsuk, kızıl maymun, ayı, tilki, sırtlan, yaban domuzu, tavşan, sincap, ceylan, at, aslan, akbaba, leylek, atmaca ve Kangal köpeklerini canlı canlı görmenin hikâyesini günlerce anlatıp, anı olarak bir kenara saklardı. 1955’ten 2001’e kadar...
2001 nere, 2019 nere!.. O günden bu güne kadar şöyle bir ağız tadı ile hayvanat bahçesi gezmek nasip olmadı. Kısmet bugüneymiş.
FEYZoo’yu görmek için sabırsızlanıyoruz
Ver elini FEYZoo (Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı).
Artık İstanbul’da ulaşım eskisi gibi ömür de kısaltmıyor. Yenikapı’dan Marmaray’a binip Kocaeli / Darıca- Osmangazi İstasyonu’na varmanız, 1 saat 20 dakika. Sizi bekleyen ücretsiz servisi kaçırdıysanız, dert etmeyin… 10 Türk Lirası verince bütün taksiciler emrinize âmede efendim… 5 dakikada sizi hayvanat bahçesine atıyorlar!...
Heyecan dorukta!.. Yıllardır belgesellerde izlediğimiz hayvanları ve dünyanın ender bitkilerini görmek için sabırsızlanıyoruz.
Faruk Yalçın büyük bir projeye imza atmış
Burası her ne kadar Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı olarak bilinse de nam-ı diğer Darıca Hayvanat Bahçesi.
“Ya kim bu Faruk Yalçın?..” diyecek olursanız, özlüce tanıtalım. Fenerbahçe’nin eski Başkanı Aziz Yıldırım’ın dayısı. Aziz Yıldırım’ı, Aziz Yıldırım yapan adam. Makyal Şirketler Grubu’nun kurucusu ve dönemin en ünlü NATO müteahhidi.
Herkesin bir tutkusu var; Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe, dayısınınki ise hayvanat bahçesi.
Yalçın, hayvan sevgisini hobiye dönüştürüp bu parkı açtığında, “Yarım katrilyon parayı hayvanlara vereceğine aç insanları doyursa…” diye acımasızca eleştirilmiş.
Yurdum insanı bazı konularda lafa gelince mangalda kül bırakmaz. Burası Tanzanya Serengeti Millî Parkı değil ki, hayvanlar vahşi ortamda sıfır maliyetle yaşam mücadelesi versin.
Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı’nda sadece 1 kaplan günde 10 kilo et yiyor, gerisini siz düşünün. Buradaki maliyeti, riski ve istihdam edilen insanları hesaba katınca her babayiğidin yapabileceği bir iş olmadığı gayet net.
Zorluklara rağmen bugünlere gelebilmiş
Doymak bilmeyen hayvanlar, ilgi göstermeyen insanlar… Buraya gelip de flamingolara leylek, aslana kurt diyen mi, hatta maymuna sigara içirmeye çalışan beyinsiz mi ararsınız, hepsi mevcut.
Yılda 1 trilyon Türk Lirası zarar... Olumsuzluklar Faruk Yalçın’ın içindeki hayvan sevgisine olan inancı sekteye uğratmış, kapıya kilit vurmamasına vurmamış amma burayı açtığına da bin pişman olmuş. Fakat sevdasından asla vazgeçmeyen Yalçın, biyoloji alanında araştırmalar yaparak bitki ve hayvan bakımı üzerine 21 kitap yazmış. 1 Aralık 2008’de vefat eden hayvan ve doğa elçisi Faruk Yalçın(84)’ın ardından park, bütün sıkıntılara rağmen bugünlere kadar gelebilmeyi başarmış.
165 bin metrekare alan üzerine inşa edilen ve 1993 yılından beri halka açık bir şekilde hizmet vermeye başlayan hayvanat bahçesi; aslında hem bir botanik park, hem de bir kuş cenneti. Burada 286 hayvan türü ve yaklaşık 3000’in üzerinde hayvan bulunuyor. Botanik park kısmında ise 600 çeşit bitki türü ve 8000’i aşkın bitki yer alıyor.
Devasa parkta in cin top oynuyor!
Şimdi fotoğrafın diğer tarafına bakalım... Kızmaca, darılmaca yok!.. Nihayetinde burada hizmet pazarlanıyor, karşılığında maddi bir gelir elde ediliyor.
Gezilmeye gidilen parkta, in cin top oynuyor. Hayır, hayır!.. Ziyaretçi olarak değil, ziyaret edilmeye gidilen hayvanat olarak. Ara ki, hayvanları bulasın. Ziyaretçiler yanlarında dürbün götürse, belki hayal kırıklıkları bir nebze olsun azalır. Kavurucu sıcaklardan hayvanatın neredeyse tamamına yakını gölge yerlere saklanmış; ormanların kralı aslandan jaguara, boz ayıdan maymuna, piton yılanından tarantula örümceğine kadar…
“Aha da ben buradayım” diye kendini net olarak gösteren tembel hayvanlar, zürafalar, ala geyikler, keçiler, kamerun koyunları, şempanzeler, timsahlar, gergedanlar, leylekler, allı turnalar, papağanlar hakkını yemeyelim (mecburen, saklanma şansları yok) bir de akvaryumlardaki balıklar.
Vahşi hayvanlardan ziyade, bakıma alınmış şantiye görünümündeki yerlerde çalışan insanlar daha çok görülüyor. İşçiler arı gibi çalışıyor. Fakat yine de hayvanların idrarı, gübresine karışmış. Burnunuzu tutmanız fayda vermiyor!..
Oysa âdeta safari yapıp, bütün vahşi hayvanların saldırgan bakışları altında ziyaretimizi tamamlamayı umuyorduk. İnkisâr-ı hayâle uğradık.
Ziyaretçi servisine binenler tam bir hayal kırıklığı ile baş başa. Servis aracı hareket ettiğinde herkes birer birer dökülmeye başladı. Önde oturan çocuk boncuk boncuk terleyerek, “Bize ‘hayvanat bahçesinde 286 hayvan türü ve yaklaşık 3000’in üzerinde hayvan bulunuyor’ demişlerdi. Fakat biz 86 tane bile hayvan göremedik…” serzenişinde bulunurken, bir başkası, “Bu sıcağın altında yorulduğumuza mı yanayım, yoksa verdiğimiz paraları mı?..” diye dert yanıyordu. Arka koltukta oturan yaşlı teyzenin pişmanlığın zirvesindeki ifadeleri ise off the record.