Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Ferase at/ feraset

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Şeyh Gâlib

Feraset…Bu kelimeyi duymayan çok azdır. Kelime “feres” kökünden gelmektedir. Feres ise “at” demektir. Atlara, yaratıcı tarafından 360 derece etrafını görebilme kabiliyeti verilmiştir. Bu sebeple etraflarında olup bitenlere oldukça duyarlıdırlar. Bundandır ki atların dikkatleri dağılmasın diye onlara “at gözlüğü” takarlar. Çünkü atlar herşeyin farkında oldukları zaman onları dizginlemek ve istediğiniz gibi eğitmek zor olur. Bundan dolayı ferasetini yani görüş kabiliyetini kaybetmiş bir kimse çevresinde olup biteni idrak edemez. Günümüzde feraset kelimesi, zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlama yeteneği, bir kimsenin ruhsal, zihinsel halini ve yeteneklerini yüzünden, duruşundan, tavrından anlayabilme kabiliyeti olarak tanımlanabilir. Öyleyse ferasetini kaybetmiş bir insan, baktığı şeyin zahiri kısmını görür. Batınına yani iç kısmına, özüne nüfuz edemez ve gördüğü ile yetinir. Bundan dolayı ki ferasetsiz insanlar, hep bir başkasının yönlendirmesine ihtiyaç duyarlar.

Peki “feraset sahibi” olmak demek ne demek? Sezginin ötesi... Kapsamlı bir ileri görüş kabiliyetine sahip olmak. Kişinin karşısındakinin yapısal özelliklerini hemen idrak edebilme hâli...Varlığını meydana getiren Rabbani kudreti idrak etme bilincine erişen, kendini farkeden, yaşamı doğru okuyabilen kişidir feraset sahibi. Yöneldiği varlığın bâtınına nüfuz ederek onun yapısını, özelliklerini, varoluş gaye ve hikmetini sezme konusunda hassasiyete sahip engin gönüllü insandır feraset sahibi. Eskiler bunu “kalp gözünün açık olması ve akıl gözü” gibi kavramlarla ifade etmişlerdir. Akıl belli bir kemâle erişmişse, kişi altıncı, yedinci, sekizinci duyular durumunda olan sezgi veya sezginin ötesinde olan “ferâset veya ilham” yolları ile gelen çeşitli bilgileri, bir potada eritip değerlendirir ve bunun çok üst neticelerini yaşamaya başlar İşte o zaman feraset sahibi insan “akl-ı kül”e yaklaşmaya başlar. Kainatın efendisi “Mü’mininfirâsetinden sakınınız. Çünkü o, Allâh’ınnûruyla bakar.” buyurmak sûretiyle, her mü’mininfirâsetininîmânınisbetinde olduğuna da işâret etmişlerdir. Mevlânâ ise; “Akıllılar önceden ağlar; sonunda tebessümlere gark olurlar. Ahmaklarsa, önceden kahkahalara boğulur, sonra da başlarını taşlara vurarak ağlarlar. Ey kişi! Firâsetli olup işin sonunu başlangıçta iken gör de cezâ gününde pişmanlık ateşiyle yanıp tutuşma!..”

Öyleyse sadece bakmak yetmez, görmek zorundayız. Sadece bilmek, alim olmak yetmez; anlayıp arif olmak zorundayız. Şair Yûnus’un ifade ettiği gibi “Bir ben vardır bende benden içerü.” Bizde görünenin ötesi var. Bedenden öte kalp/gönül, ondan öte ruh, ondan öte cevher ve cevherden öte sır var. Öyleyse Gâlip dedenin dediği gibi biz de deriz: “Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen/Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.” Yani kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın.