Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Feminizm özgürlük mü, düşüş mü?

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan süreçte feminizm, toplumların değer ve etik ilkelerine aykırı bir eyleme yönelmektedir. Bunun bir sonucu olarak toplumsal yapılara isyan, cinsellikle ilgili inançlar ve davranışlar, ‘cinsel devrim, cinsel özgürlük’ adları altında marjinal bir yapılanmaya taşınır.

Adı devrim olan bu protest hareket, feminizm şemsiyesi altında, aile ve evliliği hedef alır. Çocuk doğurmayı, tek erkekle meşru evliliği, ailelerin inanç ve gelenekleri çerçevesinde çocuklarına eğitim vermesini, yerle bir edilmesi gereken meseleler olarak hedefe koyar.

Kadınların özerk ve özgür bireyler olması için her şey feda edilebilir. Bedenin özgürlüğü kapsamında kadınlar arasındaki lezbiyen ilişkiler ve erkekler arasında çarpık sapkın ilişkiler, normalleştirilip özendirici bir dille sunulmaya çalışılır. Böylece modern ve çağdaş ‘kadının inşas’ının gerçekleşeceği ilan edilir.

Feminist söylemler, daha bir üst aşamaya geçerek, siyasal bir ideolojiye büründürülmeye çalışılır. İddialarının felsefî bir temellendirmeye gidilmeyecek kadar güçsüz oluşu, feminizmi; liberalizm, Marksizm, eksiztansiyalizm, radikalizm, sosyalizm ve post-modernizm gibi ideolojik akımlara muhtaç haline getirir.

Söz konusu ideolojik sistemler de, faydacı ve fırsatçı bir tavırla, düşüncelerini genişletmenin bir argümanı olarak ‘hararetli’ mevzuyu, feminizmi gerek hareket gerekse ‘konu’ olarak içselleştirirler, en kötü ihtimalle de ‘öteki’leştirmezler. (S. Hayri Bolay, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, 193)

Feministler için, tarih bir ‘kadın düşmanlığı tarihidir.’ Zira kadın insanlık tarihi boyunca sürekli, ezilmiş, sömürülmüş, baskıya ve şiddete uğramıştır. Yapılması gereken, bu hale kesinkes bir son vermektir.

Bu söylemin bir bakımdan haklı yönleri bulunmaktadır. Nitekim feminizm ile ilgili bir öğreti, Fransız ihtilali sırasında (1791) Olympe Gouges’in ‘Kadın Hakları Beyannamesi’ ile ilan edilir. Kadınların yükseltilmeleri tezi, Saint Simone’cuların desteğiyle, hukukî alanda kadın erkek eşitliği şeklinde gündeme gelirken; siyasî alanda ise seçme ve seçilme hakkı öne çıkar. Ortaçağ Avrupa’sının kadın konusundaki Kilise babalarından neşet eden, kadını insan bile kabul etmeyen, daha doğrusu ‘şeytan’ kabul eden bozuk Hıristiyan anlayışı, feministlerin güçlenmesini sağlar.

On dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde, gelişmiş Batı ülkelerinde ‘beyaz kadın ticareti’ yapıldığı hatırlandığında, bu coğrafyadaki feminist hareketlerinin gelişme kaydetmesi altında yatan sosyolojik destekler ortaya çıkar.

‘Kadının bedenini kalıtsal olarak yabancılaşmış’ gören Fransız düşünür Simone de Beouvoir’in ifadeleri, feminist düşünceleri destekler. Onun bakış açısına göre, “erkek serbestçe gelişirken (adet görme, hamilelik, doğum gibi halleri yaşamadığı için) kadın, ‘anne olarak tıpkı bir hayvan gibi, kendi bedenine bağlı kalmıştır.’ Bunların aşılması gerekir ki, kadın da erkek gibi yaratıcı faaliyetlerde bulunabilsin”.

Kadın hakları savunucuları için bu ifadeler, kabul görür. Kadın bedeninin kısıtlanmasından kurtulmanın yöntemini, feminist gruplar, kürtaj ve benzeri uygulamalar olarak sunarlar.

Yine Simone de Beauvoir’in ‘kadın doğulmaz, kadın olunur’ sözü, feminist hareketler için yol gösterici anlamlar taşır. Bu kapsamda kadınlığın doğuştan olmadığı, dolayısıyla kadın kimliği serbest bir yaşam tercihiyle yeniden ‘inşa’ edilmelidir. Yani, kadın kimliği sonradan oluşan bir haldir. Dolayısıyla kadın bedeni, kısıtlayıcı bir takım cinsiyet ve sosyal rollerinden kurtulmalıdır.

Sonuçları itibariyle, kadına şeref, haysiyet ve sosyal eşitlik/statü kazandırma iddiasıyla ortaya çıkan feminizm, kapitalizmin elinde bir oyuncak olmaktan kurtulamaz. Kazanç ve kar için, kadın, vücudu, teni ve bedeni istismar edilir.

Freud’un psikoloji ve psikanalize dayanan cinsiyet yaklaşımı, bu tür feminist çabaları, kadın lehinde değil de, aleyhte kullanımını açık bir hale getirir. Mevcut durum, cinsiyet üzerinden kadınların aleyhine olan yaklaşımların yayılmasını kolaylaştırmış ve onun bilimsel bir kılıf ile sunulmasına yardımcı olmuştur. “Marksizm ve varoluşçuluk gibi hem felsefî hem ideolojik akımlar da kadını, ruhsal muhtevasından tamamen boşaltarak ideolojilerin aleti haline getirmişlerdir.” Neticede, feminizm, aydınlanma, sanayi toplumu olma ve modernleşmenin bir ürünü olarak hayat bulmuştur. (S. Hayri Bolay, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, 193-195)

Feminist tavırlar içerisinde olan grupları tek bir çatı altında toplamak mümkün değildir. Bunlar içerisinde kadın erkek eşitliğini savunanlar bulunduğu gibi, kadının ‘biyolojik ve duygusal olarak’ erkekten üstün olduğunu, dolayısıyla erkeğin ‘tamamlanmamış kadın’ olduğu tezini savunan marjinal tavırlar da bulunmaktadır.

Her şeye rağmen, feminizmin, Batı ülke ve toplumlarında kadının sosyal, siyasî, hukukî ve ekonomik girişimlerine fırsat ve imkân vermesindeki etkisini unutmamak gerekir: “Kadınlara oy hakkı, daha eşit ücret, boşanma, çocukları babalarından uzak tutma, güvenli kürtaj elde etme, kadınların kendilerini tecavüzle suçladıkları erkeklerden uzak tutma, Amerika'da herhangi bir üniversiteye kabul edilme.

Ancak, feminist hareketlerin bir kısmı cinsel özgürlük veya cinsiyet özgürlüğü kapsamında, pornografiyi tartışmışlar. Bu çerçevede, cinsellik ve pornografinin hem iki cinsiyet (kadın ve erkek) için açık olmasını savunmuşlar.

Şu halde, feminizm ve feminist hareketler, gerçekten kadınlara aradıkları ve özledikleri özgürlüğü, mutluluğu ve hakları sağlamış mıdır? Yoksa onları araçsallaştırarak cinsellik ve vahşi kapitalizmin bir enstrümanı olarak, haklarında ve sosyal statülerinde bir ‘düşüş’e mi sebebiyet vermiştir?