Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.23
Gram Altın
2960.44
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Felsefi zihniyet her yerde gelişir mi?

Felsefe, insana ve doğaya dair insanın kendi tecrübesi ışığında sorduğu sorular, verdiği cevaplar ve sahip olduğu birikimi kapsayan geniş, köklü ve çoğulcu bir faaliyettir. Felsefe tecrübesi, en kapsamlı, zirve ve sistematik biçimiyle Yunan ve Batı kültürü içinde ortaya çıkmıştır. Felsefe, özü itibariyle bir Yunan ve Batı icadıdır diyebiliriz. Eski Mısır, Hint, Mezopotamya, Arab, Afrika ve diğer dünya kültürlerinde Yunan ve Batılı anlamda bir felsefe geleneğinden ve tecrübesinden söz etmemiz mümkün değildir. Yunan ve Batıdaki felsefenin hikayesi ve tecrübesi, Yunan ve Batı kültürüne özgü olup, bu hikayenin başka bir coğrafyada ve kültürde gelişebilme olasılığı yoktur. Yunan ve Batı felsefesi, felsefenin bizzat kendisidir. Hint, Mezopotamya, Mısır, İran, Afrika ve Arap kültürleri, felsefenin bizzat kendisi olmayı başaran bir geleneğe sahip değildirler. Batı kültürü dışında Kant düzeyinde bir filozofun yetişmesi ve ortaya çıkması mümkün değildir. Felsefi gelenek ve tecrübe açısından zayıf, yoksul ve cılız olan yerlerde kişilerin, kendi içlerinden bir Kant çıkacağı iddiasında bulunmaları, bir yanılsama veya temenniden öteye geçememektedir.

Felsefe, düşünmektir. Düşünmek yerine düşünmemeyi, taklit etmeyi, teslim olmayı, hep sınırlar ve yasaklar içinde yaşamayı öğreten ve dayatan yerlerde ve kültürlerde felsefi zihniyete ve tecrübeye yönelik bir yatkınlık, yönelim ve yetenek gelişmez. İnsan aklının ve düşüncesinin hatalarla dolu olduğunu sanan ve akıldan daha iyi yanılmaz ve hatasız kaynaklara sahip olduğunu sanan bir zihniyet için felsefeye ve akla gerek yoktur. Hep şu sınırlar içinde düşünmeliyim veya akıl sadece şunları açıklar veya akılla her şeyi açıklamak mümkün değildir gibi kabullerle kendisine, düşünmesine ve aklına sınırlar koyan, düşüneceği soruları olmayan kişilerin ve toplumların sahici bir felsefi geleneğe sahip olmaları mümkün değildir.

Felsefe, bilim ve sanat tecrübesine sahip olmayan kültürler, kendi içlerinde her şeyin olduğunu varsayma şeklinde bir yanılgı içinde olabilmektedirler. Batı kültüründeki felsefe, sanat ve bilim gelenekleri içinde yer alan düşünürlerin, fikirlerin ve ekollerin asırlar önce kendilerini nisbet ettikleri geçmişte karşılıkları olduğunu iddia etmek gibi sahte bir entelektüalizmi (pseudo-intellectualism) ve felsefeyi (pseudo-philosophy) düşünce ve entelektüellik olarak sunma sunilikleri, aslında felsefenin her yerde gelişmeye uygun olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Şu geleneğin niçin filozofları ve düşünürleri yok şeklindeki sorusunun cevabı, orada felsefe, bilim ve sanatın olmaması şeklindedir. Mevcut durumda filozofu, düşünürü ve entelektüeli olmayan coğrafyalar ve kültürler, yüzlerce yıl önce yaşamış birkaç kişiyi öne çıkararak kendilerinde derin ve köklü bir felsefe ve düşünme geleneği olduğuyla avunma şeklinde acizliklerini ve yetersizliklerini kapatma şeklinde bir yola sapabilmektedirler.

Yunan ve Batıda felsefenin gelişiminin arkasında statükoyu sorgulama ve statükoya meydan okuma imkanının olması vardır. Socrates, statükoya meydan okuyan çok önemli bir filozoftur. Bütün Yunan ve Batı filozofları, sosyal, siyasal, kültürel, dini, eğitimsel, ekonomik, akademik ve entelektüel statükoyu sorgulamışlar ve meydan okumuşlardır. Tarihsel ve kültürel olarak kendilerini sorgulanmaz, tartışılmaz ve kutsal kabul eden statükoları sorgulamak ve onlara meydan okumalarda bulunmak mümkün değildir. Yüzyıllar önce akıl ve düşünce kapılarını kapatarak kendilerini mükemmel ve tamamlanmış şilan eden yapıların egemen olduğu hiçbir yerde felsefe ve düşünce yoktur. Kendisini aklın sorgusuna açmayan hiçbir statüko, kutsal olmadığı gibi, akla uygun da değildir. Akıl ve düşünme, bütün statükoların sorgulanmasını, meydan okunmasını ve aşılmasını gerektirmektedir. Kutsallaştırılan, mükemmel, tamamlanmış, eksiksiz, yanılmaz ve hatasız görülen hiçbir statüko, felsefeye izin vermez. Açık ve özgür nitelikte entelektüel bir tartışma imkanı olmadan felsefenin canlı ve dinamik bir şekilde gerçekleşmesi mümkün değildir. Kendini kutsal ve mükemmel gören statükolar, kendilerini sorgulamaya açmazlar. Kendilerini sorgulatmayan, tartıştırmayan ve geliştirmeyen yerler, kimlikler, kültürler ve inançlar, felsefi fikirler ve tecrübeler dünyasına katkıda bulunmamaktadırlar. Statükonun bütün yönleriyle sorgulanmasına, soruşturulmasına ve meydan okunmasına izin verilmeyen yerlerde ve kültürlerde felsefenin, bilimin ve sanatın gelişmesi mümkün değildir.