Felaket tellalları
Ülkemizin zor bir felaketle yüz yüze gelişinin üzerinden neredeyse 12 gün geçti. Yangın ilk nerede çıktı, nasıl çıktı, nasıl yayıldı henüz net bilgiler önümüzde değil. Birçok kesim şüpheli konumunda. Çoğu kontrol altına alınmış olsa da, 200’e yakın farklı mekân ve bölgede yangınlar yaşanıyor. Tek bir bölgede bir yangın çıkmadığını belirtmek istiyorum. Devlet iki yüz parçaya bölünmüş durumda.
Yangın
sadece ormanlarda değil, yüreğimizde ve ciğerlerimizde…
Yanan her
yer, vatanın paha biçilmez topraklarıdır. Canımızın parçası atalarımızın yadigârı,
evlatlarımızın öz mirasıdır.
Panayır
çığırtkanı misali her acımızdan sonra aynı naraları atan ve halkı zehirlemeye,
devletine karşı kışkırtmaya, acıları körüklemeye, ateşe odun taşımaya çalışan
muhalif yandaşlar, bulundukları konumun tapusunu almış gibi her zaman
yerlerinde hazır ve nazırlar.
Şaşırmamak
elde değil…
Bu kadar
yargılayıcı ve iftiracı kesimlerin içine düştüğümüz her felaketten, acıdan
beslendiklerini yaşadığımız yangın felaketlerinde de görüyoruz. Bunların
Devletin kurumlarını hedef haline getirmeleri, günlerdir canla başla çalışan
başta itfaiye görevlilerinin ve gönüllü insanlarımızın gayretine ihanettir.
Bu nasıl bir
zihniyettir?
Nasıl bir
bencillik ve gaflettir?
Vatan sizin
de, bizim değil mi?
İthamlarınız
iftiradır, KENDİZİNE GELİN!
Orman
yangınlarının birçok sebebi var. İklim
değişiminden kaynaklı havanın normalden daha kurak ve sıcak olması, yıldırımlar
yani doğal nedenler, yangını besleyen ve yayılmasını hızlandıran doğal
koşullar, insan ihmali ve hataları, ya da ruhlarına kan değen devlet haini
kişilerin başlattığı bilinçli yangınlar, diğer tanımıyla sabotaj…
Sadece
Türkiye değil, dünyanın bu koşullara sahip tüm ülkelerinde yangınlar var.
Söndürmek bazen bir gün, bazen haftalar ve hatta bazen aylar alıyor. Sürecin uzaması devletin yetersizliğinden
değil, yangının boyutu ve koşulların zorluğundan kaynaklıdır.
Yangınları
önlemenin de birden çok yolu mevcut elbette. Doğru ve caydırıcı yasaları
çıkarıp hukuk düzenini sağlamlaştırmak ve katiyen taviz vermemek en önemli
yolların başında geliyor.
Yeni ve kalıcı imar yasaları da önemli
yolların başında geliyor.
Yangın
afetlerini önleme tedbirlerinin yanında olası yangınları en az hasarla atlatmak
için gerekli alınacak tedbirler de bir o kadar önemli.
Yangının her
an çıkma ihtimalini daima akılda tutarak, yangınla mücadelede kullanılan araç
ve ekipmanların gerekli bakımlarını zamanında yapmak ve teçhizatlanmayı
güçlendirmek kadar, İklim krizlerini ciddiye alarak tüm önlemleri felaketler
yaşanmadan almak ve hazırlıklı olmak da büyük öneme sahip.
ORMANLARIN
YENİDEN VATANA KAZANDIRILMASI BORCUMUZDUR.
Ancak nasıl
ve ne şekilde?
Unutmamak
gerekir ki bilinçsiz yardım yanlış kan bağışına benzer ve öldürücüdür.
ABD'de
Stanford ve Colorado Üniversiteleri tarafından yapılan iki yeni çalışmada,
büyük ölçekli ağaç dikiminin çevreye fayda sağlamak yerine zarar verebileceği
belirtiliyor.
Çalışmaların
ilkinde toprak sahiplerinin ağaçlandırma politikaları kapsamında yerli ağaçları
yok ederek ticari kazanç sağlayan ormanlar oluşturduğu, diğerinde ise oluşan
yeni ormanların karbon emisyonunu artırabileceği üzerinde duruluyor.
Her iki
çalışmada da ağaç dikmenin basit bir iklim krizi çözümü olmadığı vurgulanıyor.
Bu açıdan, yeniden ağaçlandırma girişimlerimizin düzenli ve programlı olması
şart.
Araştırmacı
yazarlardan Dr. Anping Chen’in “İnsanların tek başına ağaç dikmenin iklim
değişikliği için pek de bir şey ifade etmediğini anlamalarını bekliyoruz.
Ağaçlandırma, farklı parçaların birçok teknik detayını ve dengesini içerir ve
tüm iklim sorunlarımızı çözemez” açıklaması, üzerinde düşünmeye değer ve
oldukça önemli bir tespit.
MARSHALL VE SONRASI ORMANLARIMIZ
“Zeytinyağlı
yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman.
Senin gibi
cahile, ben efendim diyemem aman…”
1950’li yıllar sonrasında orman ve ağaç
politikamız bu türkünün sözleri gibi erozyona uğradı maalesef.
Amerika ne
derse inanıyorduk; ve o günlerde başladı; “zeytinyağı ısınırsa kanser yapar”
yalanı.
Oysa
zeytinyağı, dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağdı.
Zeytin
Anadolu’ydu; anavatanı, Mardin, Kahramanmaraş ve Hatay üçgeniydi. Bütün
ağaçların ilkiydi ve insan sağlığına en yararlı ağaçtı. Zeytin ağaçlarımız
söküldü yerine çam ağaçları ekildi. Kadim ağaçlardan olan zeytin ağacının
yeniden bilinçli şekilde ekilmesi için belki de bu felaketler bir fırsat olur.
Türkiye’nin
her zorlu sürecinde olduğu gibi, krizleri fırsat bilip kaosa çevirmek ve aynı
anda ülkeyi en çok düşünüyor görünmek isteyen hainler yine sahnede.
Orman
görevlileri, itfaiye erleri, askerlerimiz, vatandaşlarımız el birliğiyle
canhıraş şekilde ölümü göze alarak çalışıyorlar. Sosyal medyada yok sayılan
devlet sahadan bir an bile ayrılmıyor. Sosyal medyada öfke dalgasından beslenen
hain sörfçüler kandan beslenen akbabalar tehlikeli propagandalar yürütmekte.
HELP TURKEY hashtagi ile paylaşımlar yapılıyor. Güçsüz ve yardıma muhtaç bir
Türkiye görünümü çizilmeye çalışılıyor. İnsanların kendi ülkelerini, öteki
ülkelere şikayet etmesi acınası bir durum…
Söylemler
anlamsız eylemler fütursuzca…
Diplomasi
ile ülkeler arası gereken tüm yazışma ve bağlantılar zaten var. Gelmesi gereken
tüm yardımlar geliyor yapılması gereken tüm çağrılar yapılıyor. Biz bize de yeteriz. Muhaliflerin
söylemlerinden galeyana gelerek sadece Tayyip Erdoğan düşmanlığı ile yapılan bu
eylemler ve yardım dilenmek ülke onuruna yapılmış bir hakarettir.