FED, Faiz ve Türkiye
FED'in faiz artırımı konusu yaklaşık bir buçuk yıldır ekonomi gündemini meşgul eden bir konu. Nihayetinde 16 Aralık Çarşamba günü beklenen açıklama geldi. ABD Merkez Bankası (FED) faiz oranını 7 yıl aradan sonra 0,25 baz puanlık bir artışa giderek faiz oranını 0,50'ye getirdi.
Peki bu noktaya nasıl gelene kadar neler yaşandı?
İçinde bulunduğumuz zaman dünya tarihi açısından önemli kırılma noktasını oluşturuyor. Tarih demişken gelin beraber ekonomi tarihinde biraz gezintiye çıkalım. Bugünü anlayabilmemiz için geçmişi bilmemiz gerekiyor.
2008 yılı dünya ekonomisinin gördüğü en büyük krizlerden biri oldu. Binlerce iş yeri kapandı, milyonlarca kişi işsiz kaldı. Yaşanan kriz başlangıçta mortgage krizi olarak ortaya çıkmış olsa da devamında bir likidite krizine dönüştü. Bu kriz kapitalizmin kalbi olan ABD'den başlayıp sadece burada kalacağı sanılırken tıpkı kalbin vücuda kan pompalaması gibi oradan tüm dünyaya bu krizin etkilerini dağıttı. Bu krizden en çok etkilenen bölge yine kapitalizmi iliklerine kadar yaşayan ve yaşatan AB ülkeleri oldu.
Korkmayın krizi detaylı bir şekilde anlatmayacağım. 2009 yılından beri zaten bu konuyla ilgili birçok tez, makale, araştırma raporu ve kitap yazıldı. Ancak dikkat çekmek istediğim konu şu ki; faizlerin düşük olduğu bu kriz öncesi dönemlerde artan risk iştahıyla kişilerin kredi geçmişlerine bakılmadan verilen subprime mortgage kredilerinde, faizlerin yükselmesiyle birlikte temerrütler ve icra yoluyla satışlar artmaya başlamış ve bu durum karmaşık türev araçlarla finansal sisteme yayılarak dalgalanmaya neden olmuştu. 2007 yılının ikinci çeyreğinden sonra krize dönüşen bu süreçte mortgage kredilerinin geri ödemelerinde yaşanan aksaklıklar sistemin tamamını olumsuz etkilemişti.
Küresel kriz sonrası ikinci dünya savaşından beri en derin resesyonu yaşanan ABD ekonomisi krizin derinleşmesini engellemek ve tekrar düzlüğe çıkabilmek amacıyla Aralık 2008'de faiz oranlarını 0-0,25 seviyesine indirmişti. Bununla birlikte müthiş bir parasal genişlemeye giden FED 4 yıl boyunca her ay 85 milyar dolar toplamda ise 3 trilyon dolar dağıttı. Para dağıtma serüveni sadece FED ile kalmadı. Bayrağı Avrupa Merkez Bankası devraldı ve ayda 60 milyar Euro toplamda 1,1 trilyon Euro dağıtma kararını bu yılın başlarında açıklamışlardı.
2013 yılı mayıs ayında FED dönem başkanı Bernanke FED'in yılsonunda tahvil alımını yavaşlatabileceğini söylemesiyle piyasalar FED teşviklerinin azalacağını düşünerek güvenli limanlara doğru kaçmaya başladı. 2014 ortasından beri hızla değer kazanan doları izleyen FED, Çin'in devalüasyona gitmesi nedeniyle faiz artışı kararının eylül ayından aralık ayına ertelenmesine sebep oldu.
Günümüze geldiğimiz zaman ABD'deki son ekonomik veriler, işe almalardaki istikrar, güçlü tüketici harcamaları ve ılımlı üretim artış hızı ile birlikte, petrol fiyatlarındaki düşmenin etkisiyle enflasyonun FED'in hedeflediği %2'nin altında devam etmesi bir anlamda ekonomik ivmenin sürdüğünü göstermesi bu faiz artışının zeminini hazırladı.
Piyasaların olumlu karşıladığı ve adeta kısmi bir rahatlama yaşadığı bu ortamda Türkiye yapısal reformları hayata geçirmek için zaman kaybetmemelidir. Petrol fiyatları tarihi bir düşüş yaşarken enflasyonun düşürülememesi de ekonominin geleceği açısından bir diğer problem alanı oluşturmaktadır. Yatırımların, emek yoğun sektörlerden katma değeri yüksek, teknoloji yoğun sektörlere kaymasını sağlayacak vergi ve teşvik düzenlemeleri gerekmektedir. Hem büyümemizin önünde ciddi bir engel olan hem de cari açık sorunumuzun sebeplerinden olan düşük tasarruf oranını arttıracak, özellikle uzun süreli tasarrufu teşvik edici düzenlemeler gerekli görülüyor. Cari açığın azaltılabilmesi için enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, yerli kaynaklara dayalı enerji üretilmesi ve enerjide verimliliğin geliştirilmesi için çalışmalar yapılması sorunun çözümünde en önemli konulardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Sorunun çözümü için diğer bir nokta da ham madde ve ara mamül üretimlerimizin yurt içinde üretilmesini sağlayarak, ithalatın ve böylece de dış ticaret açığının azalmasını sağlamak olmalıdır. Unutulmamalı yukarıda belirttiğimiz yapısal reformların etkili ve sürdürülebilir olması için yatırımların yanı sıra teknolojik gelişime öncelikli önem verilmesi şarttır.
FED'in faiz artırmasının ardından TCMB'den de faiz artışı bekleyen bir kesim gündemi meşgul etmeye başladı. Faizlerin yükselmesi sonucu ülkeye giren sermaye aracılığıyla kısa dönemde elde edilen kazanımları, yüksek faiz dolayısıyla gerçekleşmeyen ya da azalan yatırımlar ve ekonomide çözülemeyen yapısal problemlerin yüklediği maliyetle karşılaştırdığımız da yüksek faizin olumsuz etkilerini daha net görebiliyoruz. Türkiye son birkaç yıldır kişi başına düşen milli gelirin 10 bin dolar seviyesindeki tıkanıklığı aşması yani orta gelir tuzağından kurtulmasının yolu yatırımların artırılması ile mümkündür. Yatırımların artması için de borçlanma maliyetlerinin yani faizlerin düşmesi gerekiyor.