Feci halde yaşlanıyoruz!
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, 65 yaş ve üzeri nüfusumuzdaki artışa dikkat
çekiyor.
2002’de yüzde 10’a yaklaşmış yaşlı oranı, 2024’de ise yüzde
15’in üzerine çıkacağı tahmin ediliyormuş.
Bir önceki Bakan Derya Yanık da, muhtelif zamanlarda benzeri
şeyler söylemişti:
“2002 yılı itibarı ile 65 yaş ve üzeri nüfusun
oranı yüzde 9.9’a erişti. Bu oranın 2030’da yüzde 12.9’a, 2040’da ise yüzde
16.3’e ulaşacağını tahmin ediyoruz. Bizi en çok ilgilendiren nüfusumuzun
dramatik bir şekilde azalıyor olması.
Türkiye’nin doğurganlık oranı 1.7 düzeyine düştü ki, 1.9 geri
döndürülemezlik eşiği. Nüfusun en fazla yaşlandığı Kıta Avrupası’ndan bile 4-5
kat hızlı yaşlanıyoruz. Dolayısıyla,
önümüzdeki süreçte huzurevlerine, yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezlerine
daha çok ihtiyacımız olacak.”
Tamam, bu belli.
Nüfusumuz “dramatik” (hatta trajik) bir şekilde azalıyor ve
yaşlanıyor.
Çare?
Bu işin çaresi, yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin
sayısını arttırmak mı?
Ekonomideki gelişmeler bunu dayatıyor…
Ve daha da önemlisi, yaşlılar artık katlanılamaz yük olarak
görülüyor.
“Yemem yedirir, içmem içirir, anneme babama çiçekler gibi bakarım!”
şuuru, ne ailelerde veriliyor, ne de okullarda…
Dedelerinin, ninelerinin itilip kakıldığını gören
çocuklarınızdan, büyüdüklerinde ne yapmalarını beklersiniz?
Anneler, babalar , evlâtlarına “Siz de bizim gibi yapın, bizi yaşlandığımızda, tek başına kaldığımızda
bir kenara atın!” mesajını vermiş oluyorlar aslında!..
Kendi kuyularını kazıyorlar!..
YAŞLANMAYLA MÜCADELE!
Yetkililerimiz, geleceğe dönük tahminlerini dile getirmekten
ziyade…
Nüfus artış hızındaki dramatik düşüş ve yaşlanmadaki
dramatik artışla mücadele için neler
yapılması gerektiğini söyleseler …
Bunları projelendirip, plânlasalar ne iyi olacak.
Sayın Mahinur Özdemir Göktaş, Türkiye’nin hızla yaşlanmasına
ve Türkiye’de ilk defa yapılacağını duyurduğu “Yaşlı Profili Araştırması”na dikkat çektiği konuşmasını
“Huzurevi”nde
yapmış.
75. Yıl Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde.
Vahşi batı kapitalizminin “Şu yaşlılar ayak altlarında dolaşıp da
gençleri köle gibi çalıştırmamıza engel olmasınlar!” diye icat ettiği
yerlere biz “huzurevi” diyoruz.
Bizim kültürümüzde, aile büyüklerinin “yük olarak görülüp” bir yerlere
atılmaları akıldan bile geçmezdi.
Bırakın, Osmanlı Dönemi’ni…
Benim çocukluk yıllarımda bile, anne-babanın
bir yerlere atılması fevkalade ayıp karşılanırdı.
Osmanlı Devri’nden kalan Darülaceze’miz var
bizim.
Bakıma muhtaç insanlara sahip çıkan müessese.
Adına “Huzurevi”
dediğimiz yerler ise, yaşlılarımıza “bakma”
mükellefiyetini yerine getirmediğimiz için sayıları hızla artan, artacak olan
yaşlı merkezleri.
“Huzurevi” kelimesi süslü ambalaj.
Bebeklerimizi “yuva”lara, yaşlılarımızı ise "huzurevlerine"
atıyoruz!
Diyeceksiniz ki,
Sayın Aile Bakanı ne yapsın, çocuklara anne
babaya sahip çıkma şuuru mu yüklesin?
Bu şuuru okullarda vermek istesen,
öğretmenlerin yüzde kaçı yaşlı anne babalarıyla birlikte yaşıyor ki?
Her şeyden önce, çocuklar “bizler”den, “Yaşlı dediğin taşınmaz yüktür!” mesajını almıyor mu?
Demek oluyor ki, nüfus artış hızımızın dramatik, dahası trajik bir şekilde düşmesini
izlemekle yetineceğiz!
Yaşlı oranının hızla artması karşısında,
yapabildiğimiz en “şık” hareket “huzurevi” ambalajıyla sunulan soğuk
mekânların sayısını hızla arttırmak!..
Aslında iyi bir “sektör” bu, üst gelir
grubuna hitap eden “özel huzurevleri”nin
sayısını arttırmak “genç işsizlik”
probleminin çözümüne bir miktar katkı da sağlayabilir!..
Vahşi kapitalizm dedikleri!
Huzurevi sayısını arttırmaktan, “yaşlı profili”nin
çıkartılacağını ve buna göre ayarlamalar
yapılacağını söylemekten başka bir şey yapamaz mı Devletimiz?
10 Milyona yaklaşan üniversite öğrencisi
sayısını azaltmak, 12 yıl mecburi eğitim
uygulamasına son vermek gibi…
İsteyen gençlerin hayata erken yaşta
atılmalarının yolunu açmak, bunu teşvik etmek gibi…
Saçma sapan engelleri önlerinden kaldırmak
gibi!
Misal:
Bir “memur” arkadaşımız var.
Dedi ki,
“İlle de dört yıllık üniversite… Ne saçma! Çocuklarımla birlikte
bambaşka bir yol haritası çizdim. Baktım ki, öyle harıl harıl ders çalışmak
gibi bir merakları yok. Vakti zamanında, mesleğe yönlendirdim. Şimdi üçü de
usta. Genç yaşta hayata atıldılar, mesleklerini ellerine aldılar. Genç yaşta
ev, araba sahibi oldular. Evlendiler, çoluk çocuğa karıştılar. Ben de genç
sayılabilecek yaşta torun sevmeye başladım. Şimdi bakıyorum da… Çocuklarını
ille de dört yıllık bölüm diye zorlayan arkadaşlarımın evlerinde büyük sıkıntılar
var. Çocukların yaşları geçmiş… İşlerini güçlerini oturtamamışlar. Aileleriyle
aralarında tartışmalar, hatta çatışmalar var… Ben ve çocuklarım gittiğimiz
yoldan çok memnunuz ve herkese tavsiye ederiz!”
x
işte size bir başka yol.
Devletimizin de teşvik edebileceği, etmesi
gereken bir yol.
Bu yazıyı, “12 yıl mecburi eğitim meselesi”ni derinlemesine ele alarak devam
ettirmek lâzım.
Ben, bu uygulamaya yüzde yüz karşıyım.
Ve değişmesi için elimden ne gelirse
yapacağım!..
Bir sonraki yazıda buradan devam İnşaAllah.