Fazla mahlasınız var mı?
Kimi sanatçıların san, şan dan çok ikinci bir adları olur. Bir edebiyat terimi. Eserlerinde onu kullanırlar. O ikinci ad’ın adı mahlas olmuş. Yalnız ad olarak kalmamış mahlaslar. Anlamları da konu edinilmiş. Hüsn i tahallüs olmuş o vakit yapılanın adı. Örnek mi? Derhal!
“Minnet hudâya devlet-i dünya fenâ
bulur
Baki
kalır sahife-i âlemde adımız” beyitindeki mahlasımız
nedir?
Bildiniz ey faniler…
Çoğu mahlas
neredeyse sanatçının asıl adı yerine geçmiştir. Çoğu sanatçının mahlas
nedeniyle ilk adının bilinmemesi, biliniyorsa da unutulmuş olması enteresan. Sanatçıların
adlarıyla değil mahlaslarıyla anılmış, tarihe geçmiş olmaları…
Belki de bu
sanatçının eserinin önünde değil, arkasında bir yerde durması gerektiğine dair
isabet edilmiş bir tutumdur, kim bilir. Zira günümüzde en çok şikâyetçi
olduğumuz şeylerden biridir; sanatçının eserinin önünde tabiri caizse “kazık”
gibi durması. Çoğu zaman içimden şöyle demek gelir bu tutumu sergileyenlere.
Sensen sana. Bensem bana. “Sayın sanatçı! Biraz kenara çekilebilir misiniz ne
üretmiş olduğunuzu görebilelim.”
Hiçbir anne
kolay kolay çocuğunun önünde durmaz. Çocuğunun önde olmasını ister. Onun hayata
atılmasını önemser. Kendisi zaten hayattadır, emektedir. Tıpkı onun gibi…
İnsan üretmiş, ortaya koymuş olduğu şey üzerinden bir saklambaç oynar. Ömrün
alaca karanlığında… Ondan yararlanan insanlar, eserle muhatap olanlar ondan kam
aldıkça onun membaını arar dururlar. Sanatçı eserinde bir görünür, bir
kaybolur. Görünmesi ruhsal, kaybolması bedenledir. O artık genelden farklı
olarak ruhunu giyinmiş, bedensel varlığını ise soyutlamaya vardırmıştır. Aslını
giyinmiştir. Gayb olması, ortalıkta fazla görünmemesi, eserinin önüne
geçmemesi, eseri ile kendisini yarıştırmaması gerekir.
Mahlas mahlas
durması gerekir.
Hem mahlas:
kendisine yakıştırdığı anlam üzerinden tutup kendine bizzat bir isim koymaktır.
Ne alâ! Çoğu zaman ismimizin anlamı ile uyuşmayabiliriz. Ya da zoraki uyuşmaya
çalışmak zorunda kalırız da, bu durum bizi sıkar ve yorar. O halde seçtiğimiz,
olmak istediğimiz bir anlamı kendimize isim yapalım. Öyle bir mahlas olsun ki
anlamı bizi her zaman hoşnut etsin. Ya olduğumuz ya olmak istediğimiz bir
şemsiye, bir özel seyyar çatıcık olsun.
Aynı gelenek
halk şiirinde de görülmüş.
Kimi şairler, iç
dünyalarını yansıtan mahlasları almışlar. Bazen karakterleri ile uyumlu olmayan
mahlasları kullananlar da olmuş. Kimileri de hocaları tarafından uygun görülen
mahlasları kullanmışlar. Yaşadıkları bir hali mahlasa yansıtanları olmuş. Hayali gibi. Veya bir özelliklerini öne
çıkaranları… Bir hayali konu alan, özel ruhsal bir durumu ifade eden mahlaslar
da kullanılmış. Süruri gibi… Kendini hakir gören mahlasları bile olmuş. Turabî
gibi… Aya bakarak mahlas edinen de… Mihrî gibi… Veya mesleğini ifade eden
mahlaslar. Tabibî gibi…
Eğer bir şey
üretiyorsanız ve adınızın öne çıkmasını istemiyorsanız, ürettiğinizle beraber
kullanılası bir ek ad koyabilirsiniz kendinize. Bunun için sanatçı olmaya illa
gerek olmayacağını düşünüyorum. Ya da siz bilirsiniz.
Fakat mahlasta
hem kendi kendine isim koyabilme imkânı doğuyor. Hem de sevdiğiniz, yakın
durduğunuz bir anlamı tutup varlığınızın üstüne koymuş oluyorsunuz.
Anlamınızdan yola çıkarak varlığınızı isimlendirmiş oluyorsunuz.
Ayrıca ben ne
üretiyorum ki, henüz adımın altını bile dolduramadım demek yerine, adımızın
altını dolduracak, hatta ondan taşıp kendimize bir mahlas koymayı gerektirecek
üretimlerde bulunmayı da salık veriyor bu düşünceler.
Veya “Ben adımla mutluyum. Adımı bir mahlasla arkaya atmak istemiyorum. Zaten gerektiğinden fazla öne de çıkarmıyorum. Bu duruş ben için ideal!” diyenlerimiz de olacaktır.
Herkes adını,
sanını, var ise mahlasını güle güle kullansın. Ürettiklerimiz öne çıksın. Biz
daima bir adım geride duralım. Bu keyifli saklambaçta öncü olmanın gereği
arkada, asıl emekte duruyor olmakla alakalı. Üretebilmenin şifresi görünmez bir
yerde, bir sakinlikte, kendi kendine
temiz sancı çekmede, zorda, zahmette, gıkın çıkmamasında ve ancak ürettiğimizin
gök kubbeyi uyandıran “ınga”sında…
Saklı…