"Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten…"
Seyahat için gemiye binen Dilbilgisi Âlimi, gemiciyle sohbet ederken, biraz da mağdur bir eda ile sorular yöneltmeye başlar.
Gemici, sorulara “bilmiyorum”
diye karşılık verince de…
“Yazık sana ki, ömrünün yarısını ziyân etmişsin, bu yaşa gelmişsin,
daha bunları öğrenememişsin!” der.
Karşısındakinin alaycı tavrının üzdüğü
gemici, cevap vermek yerine “susmayı”
tercih eder.
Müsaade isteyip işinin başına döner.
Bir vakit sonra...
Şiddetli bir fırtına çıkar.
Gemi müthiş bir girdabın içinde kalır.
“Dilbilgisi Âlimi”nin “bilgisizliğinden”
dolayı küçümsediği, biraz da alaya aldığı gemici “Ey Üstad!” der kendisine:
“Yüzme bilir misiniz?””
Titrek sesiyle,
“Yok, hayır, pek bilmem” diye cevap verince Âlim…
Der ki gemici,
“Sorularınıza cevap veremediğim için yarı ömrümün mahvolduğunu
söylemiştiniz. Şimdi de sizin bütün ömrünüz mahvolmuş mu oluyor? Zira,
gemimizin bu girdaptan kurtulma imkânı yoktur!..”
*
Bu kıssadan hisse ile anlatılmak istenen
ne?
Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamız şöyle
izah ediyor:
“Fânî
vücut gemisi ölüm girdabında çırpınırken, yani dünyaya büyük vedâ ânı olan ecel
yaklaşınca; asıl ihtiyaca cevap
vermeyen, yaşanmayan, irfâna dönüşmeyen, ruhsuz, kuru ve sırf nefsin rahatına
hitab eden bilgiler fayda vermeyecektir.
İlm-i nâfî olgunluğundan mahrum bir kimse, faraza
hukuk tahsili gördükten sonra, hak ve adâlet tevzî edeceği yerde bir cellat;
tıp tahsili yapmış bir kimse de şifâ dağıtacağı yerde bir insan kasabı
kesilebilir. İlmî kabiliyetine rağmen, merhamet ve muhabbetten mahrum bir âmir
ise emri altındakilere yalnız zehir saçar!
Böyle kimseler; bir cahilin cehâletiyle
yapamayacağı zararın daha beterini, ilmi kendi menfaatine âlet ederek
kolaylıkla irtikâb edebilirler.
Gerçekten, insanı gurur ve kibre sevk eden, sonunda da
helâk girdabında boğan bir ilim; zâhiren güzel ve faydalı şeylerden ibaret olsa
bile hakikatte vebâlden başka nedir ki? Bunun için Allah Rasûlü -Sallâllâhu
Aleyhi ve Sellem-, Cenâb-ı Hak’tan ilmi dâimâ bu istikamette talep etmiş ve şu
niyazda bulunmuştur:
‘Allâh’ım! Fayda
vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen
duâdan Sana sığınırım!..’
Buna göre ilim, hikmette derinleşmektir. Muammâyı
çözmektir. Her şeyde mevcut Cenâb-ı Hakk’ın mesajını alabilmektir. Meselâ tıp
bilgisi, Allâh’ın vücuda yerleştirdiği muazzam kâidelerle ilgilenir. Ancak bu
ilgide kalmayıp bir adım öteye gitmeli ve vücuttaki kâidelerde meknuz ilâhî
sanatı görebilmelidir.
Çünkü ilim, seyretmek değil, sırları çözmektir!..
DESİNLER DİYE!
İlmin en öz gayesi; önce Allâh’ı bilmek, sonra da
dünya ve âhiret saâdeti için lüzumlu olan bilgileri devşirerek iki âlemde
kurtuluşa ermektir. Aksi hâlde ilim, sırat üstünden bizi cehenneme yuvarlayacak
bir çelme hâline gelir.
Hadîs-i Şerifte buyrulur:
“Kıyâmet günü ilim öğrenmiş, öğretmiş
ve Kur’ân okumuş bir kişi huzûra getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri
hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona;
–Peki bu nimetlere
karşılık ne yaptın?, diye sorar.
O ise;
–İlim öğrendim, öğrettim ve Sen’in
rızân için Kur’ân okudum., cevabını verir.
Cenâb-ı Hak;
–Yalan söylüyorsun.
Sen, âlim desinler diye ilim öğrendin, ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân
okudun.,
buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre, 152)
Bir başka hadîs-i şerifte de Allah Rasûlü -Sallâllâhu
Aleyhi ve Sellem- şöyle buyurmuşlardır:
‘Kim ilmini artırır
da (ona müsâvî olarak) dünyada zühd ü takvâsını
artırmazsa, (o ancak) Allâh’a olan uzaklığını artırmıştır…’
Şuna dikkat edilmelidir ki; kalbe erişmeyen bilgi, irfâna dönüşmez.
İrfandan mahrum bir bilgi ise sahibini dalâlete
sürükleyebilir.
Mânevî duygular ve fazîletlerle teçhiz edilemeyen
insan, sürekli kötülüğü emreden nefsinin kaba kuvvetine terk edilmiş olur.”
*
Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamız ne güzel ortaya
koymuş değil mi, ilim-ihlâs bağını…
Mesele içinde mesele…
Şöyle bir kenara çekilebilsek…
Kalbimizle başbaşa kalabilsek ve muhasebemizi
yapabilsek…
Ferhat Kardaş adlı bir genç düşünürden okudum…
Diyor ki,
“Güzel kitaplardan, güzel insanlardan, güzel
meşguliyetlerden bize iyi gelecek korunaklı bir sığınma alanı inşa etmeli ve
dünyanın gürültüsü, kıyıcılığı, aldatıcılığı çoğalıp ruhumuzu boğmaya
başladığında nefes almak ve şifa bulmak için oraya sığınmalı.”
*
İşe, Kur’an-ı Kerim’i “akıl ve kalple” okumaktan başlamalı.
Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamızın güzel duası ile
bitirelim mi:
“Ey Rabbimiz! Bizleri dâimâ faydalı
ilimler ile rızıklandır! Faydası olmayan her türlü ilmin şerrinden muhafaza
et!.. Allâh’ım, ilmimizi irfâna dönüştür! Neslimizi gerçek ilim ve irfan ile
kendi kültür potasında eğitmeyi ve geleceğimize yüksek şahsiyetler armağan
edebilmeyi nasîb eyle!..”
*
Âmîn