Fatura kime kesilecek?
Sabah namazı akabinde sevgili arkadaşım Dr. Sevinç Sanisoğlu’nun gönderdiği mesajla güne başladım. İki annesi olan genç, çocukluğundan beri anlam veremediği boşluğunu dile getirmiş. Anne ve babanın dünyadaki en büyük nimet, asıl vatanın da anne baba olduğunu bir kez daha keşfetmiş oldum.
Peki gittikçe artan bu yavruların çalınmış geleceklerinin faturaları kime kesilecek?
İki anne ya da iki babası olan yavruların hayatındaki boşluklar neyle doldurulacak?
Cinsiyetsiz bir dünyanın meyvelerini şimdi daha iyi görmeye başladık. İsyanlar, huzursuzluklar, psikolojik sıkıntılar, hiç kimseye inanmamalar, içi doldurulmayan acılar...
Dünya gündeminin Kovid 19 pandemisi ile sarsılmasına mı, cinsiyetsiz yetiştirme derdi ile insanlığın bitirilme isteğine mi, dünya politikasını sarsan, insanları birbirine düşüren beceriksiz yöneticilerin söylemlerine mi yoksa ardı arkası kesilmeyen aile dramlarına mı yansak bilemedik...
Her an korona olacağız korkusu ile ne sevdiklerimize ne de etrafımızdaki cisimlere dokunamayıp koronayak olduk.
Anne ve babasız inşa edilmek istenen geleceğin kaygısını yaşarken, her şeyden ve herkesten korkarak paranoyak da olduk.
Anne ve babalı aile ortamlarının doyumsuzluğu, kanaatsizliği, elindeki nimetleri görmemesi, aynı evde ayrı dünyalar yaşamaları yetmiyormuş gibi bir de acılarımıza yenilerini ekler olduk.
Dünya gündeminin pandemi ile sarsıldığı, ne yapılacağının bilinmediği ortamda dertlere yeni dertler eklenerek değerlerin ayaklar altına alınması ile insanların birbirine düşürülmesi de ayrı facia. Ve haklı olarak boykot kararlarını aldık.
Daha nelere gebeyiz bunu artık kestiremiyoruz.
Sanki bir bataklık içindeyiz. Ve bu bataklığa hayat inşa etmeye çalışıyoruz. Lüks evler, ardı arkası kesilmeyen hayaller, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya dört elle sarılmalar...
Ne bilim, ne vahiy ne de yaşanılan onca acılar günümüzün insanına ibret vermiyor. Geçmişi bırakın gözümüzün önünde yaşananlardan ders alamaz hale geldik. Geçmişte yaşayan kavimlerin arkada bıraktıkları mirasları görmeye bile gerek kalmadı. Gözümüzün önünde helak hadiselerine şahit olduk.
Açık hava tımarhanesine dönen dünyada hep beraber dibe gidiyoruz. Farkında bile değiliz.
Her açan güneş yeni güzelliklerle hayatımızı renklendirirken, bizler kepenklerimizi kapatmış, hayatın bütün renklerini göremez olduk. Gök kuşağının muhteşem renklerini bile LGBT’lere kurban etmişiz. Bize hatırlattıklarından dolayı gökkuşağına bile mesafeli hale gelir olduk.
Birileri artık dur demeli diye yazıp duruyoruz. Körler sağırlar birbirini ağırlar misali ancak yazarak içimizi boşaltıyoruz. Ortada kocaman bir haksızlık var. Biliyoruz. Lakin elimizden yazmaktan, sessiz çığlıklar atmaktan başka bir şey gelmiyor.
Allah Resulü bir haksızlık gördüğümüzde elimizle, gücümüz yetmezse dilimizle ona da gücümüz yetmezse buğz etmemizi, bunun da imanın en alt tabakası olduğunu dile getirmişti.
Bütün uğraşlarımız, imanımızı kurtarmak için değil miydi?
İki kapılı han, bugün burada yarın nerede olduğumuz belli değil miydi?
Şunu bilmeliyiz. Biz yalnız değiliz. Sahipsiz de değiliz. Bizi bir gözetleyen var.
Her düşüncemiz, her söylemimiz ve her eylemimiz hesabı verilmesi için bizi ötelerde beklemediğini, Rabbimin verdiği en büyük nimet olan aklımızı kullanmazsak hesabını ödeyebileceğimizi mi sanırız?
O halde aklımızı tüketmemeli, daima kontrol altına almalı, kimsenin emrine vermemeliyiz. Daima okumalı, görmeli, düşünmeli ve etrafımızda şekillenen olaylara karşı tedbir almasını becerebilmeliyiz.
Göz görmek, lisan ise konuşmak içindir. Bize verilen emanetleri istediğimiz gibi kullanıp, israf edemeyiz. Aksi takdirde hayatımızın, yaşadığımız acıların faturasını keseceğimiz bir yer ararız.
Ama nafile... Her yaşanmışlığımızın kendi ellerimizle olduğunu, her acımızı da yalnız çektiğimizi, her nefsin de ayrı ayrı ölümü tadacağını, hesabımızı da yalnız vereceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız...