Fatih'e 570 fetih borcumuz var
570. yılını kutladığımız İstanbul’un fethi, Sultan Fatih’in tahayyül ettiği medeniyetin zeminini oluşturacağından büyük önem taşıyor ve bir o kadar da derin manalar içeriyor. Bununla beraber Sultan Fatih, yalnızca zemine (İstanbul’a) sahip olmanın tahayyül ettiği medeniyeti ilelebet payidar etmeye yetmeyeceğinin farkında olan büyük bir komutandı. Bu nedenle, hem diğer medeniyetlerden içselleştirerek aldıklarını hem de tevhid inancına aykırı olmayanları Osmanlı Medeniyetine eklemlemiş; hızla kök salarak -göğe doğru değil- merkeze doğru büyümesini sürdürmüş ve bu sayede diğer medeniyetleri de beslemeyi başarabilmiştir.
Bu hayırseverliğe sahip
Osmanlı Medeniyeti bilimin; insanın yüceltilmesi, putlaştırılması, tabiata diz
çöktürülmesi gibi amaçlarla kullanıldığını hissetmiş, esasen Allah’a
yakınlaştırması gerekenlerin Allah’tan uzaklaştırdığını fark ettiği anda da kendini
ve değerlerini koruma altına almayı başarabilmiştir.
Medeniyetlerin mündemiç
unsurlarına ruh üfüren İstanbul, yüklendiği bu kutsal görev ile medeniyetlerin can
simidi olma görevini üstlenerek -tıpkı Gazali gibi- İslam Medeniyetine
yüzyıllar boyunca merhem olacak, birleştirici bir mekâna ev sahipliği yapmaktadır.
Bunu en açık şekilde bize ait olmadığını gür sesle haykıran kibirli Dolmabahçe
Sarayı’nda ve bir mahalleyi andıran mütevazı yapısıyla Topkapı Sarayı’nda görebiliyoruz.
Sahip olduğu özellikler Topkapı Sarayı’nı, dirilişi başlatacak zihinlerin deniz
feneri olarak varlığını sürdürmesini sağlıyor.
***
Fatih kendi zamanında çağ
kapatmak ya da çağ açmak gibi ulaşılamaz bir başarı elde etse de onun asıl amacının
açtığı çağı ve sonrasını şekillendirmek olduğunu görüyoruz. Dolayısı ile
yalnızca İstanbul’un fethiyle yetinilmemiş, fetih sonrasında İstanbul üzerinden
bir medeniyet tasavvuru tahayyül edilerek derhal çalışmalara başlanılmıştır.
Fatih’in hayalini gerçekleştirmesine vesile olan, Müslümanca düşünmesini
sağlayan etkenlerin toplum geneline şamil olmasını istemesi neticesinde ilim-irfan
faaliyetlerine önem verilmiş; Semerkant’tan Viyana’ya kadar dünyanın her
yerinden ilim adamları İstanbul’a davet edilmiştir.
İstanbul’dan tüm dünyaya yayılan
bu kutlu manayla beraber, geleceğin mimarını yetiştirecek medreselerde Müslüman
zihninin kazanılması için samimi, yoğun ve liyakat öncelikli bir çaba
harcanmıştır. Müslüman zemininin, Müslüman zihni ile desteklenmesi ve ona ruh
vermesi için dini bilgilerle beraber pozitif bilimler de öğretilerek batıda
bulunan fakat tevhid inancına zarar vermeyecek tüm imkânlardan faydalanılmış, böylece
geçmişte olduğu gibi Ömer Hayyam ve Gazali tekrar yan yana gelebilmiştir.
Birliktelikle olgunlaşan İstanbul,
yalnız İslam Medeniyetinin değil daha önce ev sahipliği yaptığı diğer
medeniyetlerin de köklerinin canlı kalmasını sağlayarak adeta şehirlerin Mevlana’sı
olmuştur. Bu şekilde hem batı zihninden ve hem de zamanın aşındırıcı,
yozlaştırıcı etkisinden kendini koruyabilen İstanbul, dört bir yanını süsleyen
minarelerini peri bacası olmaktan son anda kurtarabilmiştir.
Mekânın sağlam oluşu, Osmanlı
Medeniyetini çağın periferisinden çağın merkezine taşıyan ana etken olmuş,
fakat Müslüman zihninin yeniden topluma şamil olmasının ancak ve ancak zihinlerin
manevi fethiyle mümkün olduğu gerçeği henüz anlaşılamamıştır. Sultan Fatih’e olan
570 fetihlik borcumuzun yekûnünü işte bu mesele oluşturmaktadır.