Fâtiha Sûre-i Celîlesi…
Fâtiha sûre-i celîlesi, Mekke’de nâzil olmuştur. Yedi âyet-i kerimedir. Kuran-ı kerimin başlangıç sûresi olduğu için ‘açan’ mânâsında ‘Fâtiha’ adını almıştır. Bu mübarek sûrenin; ‘Ümmü’l-kitâb’ (Kitab’ın anası), ‘el-Esâs’ (Temel), ‘Sûretu’l-Hamd’ (Hamd sûresi) ve ‘Sûretü’ş-Şifâ’ (Şifa sûresi) gibi isimleri de vardır.
Bu sûre, Kuran-ı kerimin bütün amaçlarını; getirdiği mânâ,
bilgi ve hükümleri ihtiva etmektedir. Yüce Kitab’ın gönderiliş amacı, dünya ve
âhiret saadetini kazandırmaktır. Bu amaca ulaşabilmek için: a) Emir ve
yasaklara ihtiyaç vardır. b) Bu emir ve yasakların hayata geçmesi,
bunların kaynağının Allahü Teâlâ olduğunun bilinmesine bağlıdır. c) Bu
imanı, bu bilgi ve şuuru desteklemek üzere de mükâfat ve ceza vaadi gerekir.
Sûrenin başından “yevmi’d-dîn”e kadar birincisi, “müstakîm”e
kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mükâfat ve ceza vaadi veciz bir
şekilde ifade buyrulmuştur. Fâtiha sûresi bütün bunları sözü veya özüyle ihtiva
etmektedir, en azından bu konularda aklın önünü açarak ona ışık tutmaktadır.
1. Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla.
‘Rahmân’, dünyada bütün mahlükata
(yaratılmışlara) bol bol merhamet edendir. ‘Rahîm’ ise,âhirette sadece
müminlere acıyıp merhamet edendir. Bunun için müfessirler, Allahü Teâlâ için ‘Rahmân’üd-dünyâ
ve Rahîmü’l-âhire’, yani dünyanın Rahmân’ı ve âhiretin Rahîm’i
demişlerdir.
2. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.
Lügatte övme ve övülmenin her türlüsü anlamına gelen ‘hamd’;
en büyük gücü, otoriteyi ve varlığı vurgulamak için yapılan övgüdür. Hamd,
samimi ve İçten gelen bir duyguyla Allahü Teâlâyı övmektir. ‘Rab’, insan,
toplum ve herşey üzerinde otoritesi olan zattır. Rab, aynı zamanda besleyen,
büyüten ve varlığı devam ettiren demektir. Kâinatta her türlü otoritenin sahibi
ve ve herşeye gücü yeten zat, sadece ve sadece Allahü Teâlâ’dır.
3. O Rahmân’dır, yani dünyada
bütün mahlükata (yaratılmışlara) bol bol merhamet edendir. Rahîm’dir. Yani
âhirette sadece müminlere acıyıp merhamet edendir.
4. Din (kıyamet) gününün mâliki
(sahibi ve hükümranı)dır.
‘Din’, lügatte; borçlanma,
borçluluk, alacak-verecek ve hesap günü demektir. “Din günü”, herkesin
hakkının tastamam verileceği, zerre kadar zulmün karşılıksız kalmayacağı,
adâletin kayıtsız ve şartsız olarak tecelli edeceği kıyamet günü, demektir.
Buna göre Allahü Teâlâ, hesap verme günü olan Kıyamet gününün yegâne sahibi,
tek otoritesi ve biricik idarecisi, demektir.
5. (Ey Rabbimiz! Biz
müminler) yalnızca Sana (ibâdet ve itaatle) kulluk eder ve (her
hal ve ihtiyacımızda) ancak Sen’den yardım dileriz.
Bu âyet-i kerime, müminlerin Allahü Teâlâ’ya verdiği
bir taahhüttür. Bilmemiz gerekir ki Allahü Teâlâ’ya kulluk, yalnız O’na ibadet
etmekten ibaret değildir. Gerçek kulluk, ibadet etmekle beraber emir ve
yasaklarına da itaatle gerçekleşir. Bunun içindir ki İslâm, ‘lâ ilâhe illallâh’
ile başlar, ‘iyyâke na‘budu’ ile yürürlüğe girer. Kuran-ı kerimde birçok
yerde Allah’a kulluk emredilir. Zaten Allahü Teâlâ, cinleri ve insanları bunun
için yani Kendisine kulluk etmek için yaratmıştır. Âyet-i kerimede buyuruldu
ki: “Ben cinleri ve insanları, sadece ve sadece Bana kulluk etsinler diye
yarattım.” ( Zariyat 56) İnsanın şeref ve haysiyeti de ancak bu kullukla
korunabilir. Çünkü Bir’e kul olmayan bine kul olur.
Bu kıymetli ve kurtarıcı kulluk; Allahü Teâlâ’ya
düzgün bir şekilde inanmak, ibadetine asla riya karıştırmamak, O’nun helal ettiklerini
helal (serbest), haram ettiklerini haram (yasak) kabul etmek ve bütün emir ve
yasaklarına elinden geldiği kadar uymakla gerçekleştir.
6. Bizi doğru yola (İslâm’a)
ilet (İslâm ile yaşat.)
7. Kendilerine (lütfundan) nimet
verdiğin kimselerin yoluna (ilet,) (emirlerine âsi olmuş ve) gazaba
uğramışların ve sapıtanların değil (yâ Rabbi,)
‘Âmin’, kabul eyle anlamında
olup Fâtiha’dan değildir. Sesli namazlarda Hanefîler’de imam ve cemaatin sessiz;
Şâfiî’de ise, imam ve cemaatin sesli olarak söylemeleri menduptur. Besmele,
Şâfiî’ye göre Fâtiha’dan bir âyet sayıldığından sesli namazlarda açıktan
okunur.