Fatih Camii, Büyük Çınarlar, Medrese ve Mehmet Akif
İmparatorluğun kurumsal anlamda çatırdamaya başladığı yılların yorgun İstanbul’unda bir semt: Fatih. O semt ki Mehmed-i Sânî’nin Kostantıniyye’yi fethiyle mütenasip bu isme layık görülmüş. Fatih o semt ki, devrinin en üstün eğitim kurumları olan “Sahn-ı Seman”ı fethin 17. yılında merkezinde Fatih Camii’nin olduğu bir külliyeler bütünlüğüyle barındıran bir semt. Bir hayat felsefesinin dünyaya bakışı ve bu düşünce sisteminin mimaride vücut bulmuş hali.
Akif’in sekiz yaşına ait çocukluk hatıralarının ve muhitinin hikâyesinde, göklere cüretli bir ümit gibi yükselen minareleriyle Fatih Camii. Sinesine alaca karanlıkları basarak uyuyan sokaklardan geçip, mabetten ziyade Allah’a yükselen bir ibadeti andıran bu camiin nurlu gölgesinde, ziya kafileleri altında, vecd içinde oturan Akif, babası namaza başlar başlamaz, derhal yerinden kalkıp öteye beriye nasıl koştuğunu hatırlıyor:
Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir “Bu gece,
Sizinle camiye gitsek çocuklar erkence.
Giderseniz, gelin amma namazda uslu durun;
Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”
Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi.
Namaza durdu mu, haliyle koyverir peşimi.
Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,
Ne âşıkane koşardım hasırlar üstünde!
Hayal, otuz sene evvelki hali pişimden
Geçirdi, başladım artık yanımda görmeğe ben;
Beyaz sarıklı, temiz, yaşça ellibeş ancak;
Mehîb yüzlü bir âdem: Kılar edeble namaz;
Vücûdu zinde, fakat saç sakal ziyadece ak;
Yanında bir küçücük kızla bir de pek yaramaz
Yeşil sarıklı bir oğlan ki: Başta püskül yok,
İmâmesinde fesin bağlı sâde bir boncuk;
Sarık hemen bozulur, sonra şöyle bir dolanır;
Biraz geçer, yine râyet misali dalgalanır!
Koşar, koşar duramaz, âkibet denir “Âmin!”
Namaz biter: O zaman kalkarak o pîr-i güzîn,
Alır çocukları, oğlan fener çeker önde.
Gelir düşer eve yorgun, dalar pek âsûde
Derin bir uykuya…
Akif’in çocuk ruhunda tecessüm etmiş olan kültürel-tarihi çevre ve bu şuur O’nun eserlerine de bu yönde yansımış, ecdadının ortaya koyduğu eserlere sahip çıkmıştır. Dini bir mekân olarak tasarlanan ve buna uygun bir şekilde çevresindeki yapılarla beraber inşa edilen Fatih Camii, mimari bir mekân olmanın çok daha ötesinde, ilmi ve mistik bir eğitim mekânıdır aynı zamanda. Küçük bir çocuğun ruhunun şekillenmesinde ve şuurlu bir müslüman olmasında bu mekânın mühim bir yeri vardır. Dini bir mekânın bir çocuk üzerinde bıraktığı bu olumlu psikolojik etkide babasının O’nu daha küçükken namaz kıldığı bu mekâna elinden tutup götürmesinin önemi büyüktür.
Revnekullah Server Bey, üstadın çocukluğunu bilen Fatih Kayyımbaşı Süleyman Efendi’den aynen şu sözleri işittiğini söylüyor:
Babası Tahir Efendi burada –Fatih Camii’nde- direğin dibinde namaza durur, O da maksurede derslerine çalışırdı. Mektepten çıkınca, babası ile beraber camiye gelirdi. Camiin bir tarafında yalnız başına saatlerce dururdu. Yalnızlığı severdi. Soğuk havalarda Kayyımhane’ye çağırdığımız halde gelmiyordu.
Camilerin dini pratiklerin başında gelen namaz kılma mekânları olmaları dışında, tıpkı Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’in döneminde Mescid-i Nebevi’de olduğu gibi, müslümanlar için aynı zamanda ilim irfan mektepleriydi. Camilerde dersler de yapılırdı. İşte Fatih Camii de bunların en önde gelen ilim irfan merkezlerinden biriydi. Çocukluğunun bir kısmı bu manevi semtte geçmiş bu satırların yazarı da hasbelkader Fatih Camii’nde Emin Saraç hocanın ders halkasına iştirak etmenin ulvi zevkine varmış bir fakirdir.
“Mektepte okunan Fârisî ile iktifa etmezdim. Fatih Camii’nde ikindiden sonra “Hafız Divanı” gibi, “Gülistan” gibi, “Mesnevi” gibi muhalledâtı okutan Esad Dede’ye devam ederdim”.
Mehmet Âkif, Safahat’ın birinci kitabında çocukluğundan itibaren bilip tanıdığı ve çok önemsediği Fatih Camii’nin kendisi için taşıdığı manayı dile getirir:
Ezânı beklemez oldum; açılmadan afâk,
Zalâmı sineye çekmiş yatan sokaklardan
Kemâl-i vecd ile geçtim. Önümde bir meydan
Göründü; Fatih’e gelmiştim anladım, azıcık
Gidince ma’bede baktım ki bekliyor uyanık!
Sokuldum onun artık s’ine-i münevverine,
Oturdum öndeki maksûreciklerin birine.
Akif’in doğduğu Fatih semtini Sezai Karakoç şöyle tasvir ediyor: “Fatih semti, İstanbul’un içinde ikinci bir İstanbul’dur. Yüzde yüz Fatih şehridir.” İşte merhum Akif böyle bir semtte yetişmişti. Yeni bir düzen kurmaya çalışanlarla ruh iklimindeki fikri sert ayrılıkların arkaplanı budur.