Faşizmi anlamak
Faşizm kavramı kadar insana ürküntü veren bir başka konsept var mıdır bilmiyorum ama bu kelimenin insanı sarstığı, kötülük dediğimiz olgunun içeriğini oluşuran birçok şeyin bu kavramla özdeşleştirildiği bir realitedir. Jung otobiyografisinda Faşizmden kötülüğün dünyadaki çıplak kanıtı olarak bahsetmektedir. Baskı, otoriteryanizm, diktatörlük, şiddet, soykırım gibi şer ve şeytani anlamı olan kavramlar sürekli faşizmle iç içe kullanılmaktadır. Faşizme birçok olumsuz anlamlar verilmesine rağmen onun ne olduğu konusunda kesin bir anlayışa varılmamıştır. Faşist olan ile olmayanı nasıl ayıracağız? Faşizm salt bir siyasi ideoloji midir ya da ondan daha fazla bir şeyi mi ifade etmektedir? Faşizm 50 yıl kadar önce İtalya ve Almanya gibi ülkelerde geçiçi olarak iktidara gelmiş kısa bir diktatörlük dönemi midir ya da insanla beraber hep varolan kalıcı bir olgu mudur? Faşizm, insan doğasının karanlık boyutu mudur ya da sadece ırkla sınırlı olan bir duygusal tavır mıdır? Faşizm sadece bazı kişilerle mi sınırlıdır yoksa hepimizle mi ilgilidir? Bireyin kendisiyle, karşı cinsle, tabiatla, toplumla, devletle ve Allah’la kurduğu ilişkilerin hangileri faşisttir, hangileri değildir? Herkesin faşist olmadığını ispat etmek büyük çaba harcadığı ama faşist tavırlar gösterdiği faşizm gerçekten nedir? Teoloji ve insan bilimleriyle uğraşan biri olarak faşizmle ilgili bu temel sorular, hep beni meşgul etmiştir. Daha doğrusu faşizmle ilgili sorular, beni meşgul etmenin ötesinde rahatsız etmiştir. Faşizm hep önümde büyük bir meydan okuma olarak durdu. Daha iyi insanlar haline gelmemiz için bu kavramı sürekli olarak problematize etmemiz gerektiğini düşündüm, çünkü faşizm bireyselliğimizi ve özgürlüğümüzü hedef alan içimizdeki karanlık bensizlikti. Ondan kaçmak yerine onunla yüzleşmek ve hesaplaşmak, bizi gerçek özgür bireyler haline getirecektir. Faşizmin sembolize ettiği karanlık eğilimlerimizden kaçmaya dayalı bir psikoloji, bizi hem kendimize hem de insanlığa karşı bir yıkım makinasına dönüştürmekten başka bir sonuç vermemektedir.
Her ne kadar faşizmi sistematik ve tutarlı bir ideoloji olarak ortaya koyamıyorsak da insanlığın yaşadığı tecrübeler ışığında, faşizmin formu değişen ama özde aynı olan temel tavır biçimleri hakkında konuşabiliriz. Biz, faşizmi insanlığın bir mensubu olarak bireysel kimliğimiz ışığında anlayabiliriz. Faşizmi, insanlık kimliğinin dışında sadece lokal tarihsel tecrübelerden hareketle anlamaya çalışmak, yapaylıktan öteye geçmeyecektir. ‘Ben nasıl bir insan olmalıyım (olması gereken)’ ve ‘ben nasıl bir insanım (olan)’ soruları arasındaki çelişkileri birey, toplum, cinsiyet, devlet ve tabiat konteksinde araştırırsak faşizmin kompleks ve karanlık tavırlarını ve niteliklerini keşfedebiliriz. Nasıl olmamız gerektiği ile ne olmamız gerektiği sorusunun ağır çelişkisinde bizim karanlık tarafımız gizlidir. Ne olmamız gerektiğinin aksine ne olduğumuzda egoizmimizi, ayrımcılığımızı, şiddet düşkünlüğümüzü ve totaliter diktatöryel tarafımızı göstermekteyiz.
Şiddet ve öldürme gibi büyük kötülükler, Faşizmin erdem olarak yücelttiği en büyük şerlerdir. Vatanın, milletin, nasyonal değerlerin ve devletin kutsal varlığının iç ve dış tehlikelere karşı korunması şeklinde formüle edilen yüce amaçlar için kişinin ölmesi ve öldürmesi istenir. Kişinin bilincinden, şiddet ve öldürmenin en büyük kötülük olduğu fikri silinir. Yüce idealler uğruna yapılan her türlü şiddet ve cinayet, şanlı ve cesur bir kahramanlık eylemi olarak sunulur. Faşizm, asla insanların hayata saygı konusunda bilinçsel farkındalığa varmasına izin vermemektedir, çünkü faşizm için insan, en yüce özne ve amaç değildir. Kişi, sadece varılması istenen hedeflerin önünde engel oluşturan bir objedir ve bundan dolayı yok edilmelidir. Faşizmin dünya savaşı gibi global ölçekli bir felaket hazırlayarak insanlığı ve gezegeni topyekün tehdit etmesinin arkasında, onun bu mekanik ve ruhsuz insan anlayışı yatmaktadır.